32. Bölüm

1.6K 106 7
                                    

Mrb. İşte yb! Umarım beğenirsiniz. Geç geldiği için üzgünüm, lütfen oylarınızı ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Hepinizi çok ama çok seviyorum, keyifli okumalar.

Bu arada hazırladığı mükemmel kapak için @Yaren_Berfin e çok teşekkür ediyorum:D

Carter usul usul saçlarıma okşarken, iyice mayışmıştım. Göz kapaklarım kapanıp kapanıp açılıyordu ama içimdeki gerginlik yüzünden biliyordum ki uykuya dalsam bile kabuslar peşimi bırakmazdı. Konferansın başlamasına yirmi dakikadan az bir süre kalmıştı ve Konsey Binasına akın eden melez ve safkanların seslerini duyabiliyordum. Usulca Carter'ın yanında doğruldum ve deri koltuktan zıplayarak kalktım. Kasılmış bedenim her nefes alışımda ve adım atışımda isyan ediyordu.

Pencerenin pervazına yaslandım ve kapıdaki öğrenci akının beni göremediğinden emin olmak için perdeyi iyice çektim. Hava çoktan kararmıştı ve ekim ayında olmamıza rağmen dışarıda resmen kar havası vardı. Neyse ki Marcus her zamanki gibi hazırlıklıydı. Carter ve benim için kışlık Avcı üniforması ayarlamıştı. Carter arkamda volta atarken, cebimdeki konuşma kağıdını çıkardım ve söyleyeceklerimi bir kez daha içimden tekrar ettim. Gerginlik dalga dalga bedenimi ele geçirip aklımdan milyonlarca senaryo geçmesine sebep oluyordu.

Ya söyleyeceklerime olumlu tepki vermezlerse? Ya su elementini devredecek çocuk, buna izin vermezse?...

Sonuçta bir savaşın içindeydik ve doğduğumdan beri bana öğretilen ilk şey: Savaşta her yolun mübah olduğuydu. Ofisin kapısının açılma sesiyle ikimizde kapıya döndük.

Marcus yanında iki muhafızla bizi bekliyordu. Siyah takım elbisesi ve İtalyan ayakkabılarıyla, otoriter bir konsey başkanı gibi görünüyordu.

"Vakit geldi..."

Seside görünüşü kadar resmiydi. Bir saniyeliğine Carter'la bakıştık, ardından dönüp başımla Marcus'u onayladım.

***********************************

Marcus önde, muhafızlar iki yanımızda mermer basamakları inerken düşmemek için trabzana sıkı sıkı tutunmuştum. Aklıma gelen şeyi sormaktan kendimi alı koyamadım.

"Marcus?"

"Evet?"

"Dominic, nerede?"

Marcus, sorumla irkildi ve bir süre sustu. Ardından, boğuk sesiyle cevap verdi.

"New Jersey saldırısında kızını kaybetmiş...Haberi duyar duymaz, oraya gitti. Daha sonra bizle, New York'ta buluşacak... Ve bizde, konferanstan sonra New York'a gidiyoruz. Uçak biletlerimiz hazır."

Dominic, adına içimde oluşan acı dalgasıyla daha da huzursuzlanmıştım. Kendimi suçlu hissediyordum. Benim yüzümden kızını kaybetmişti. Kahrolası, Ares ve lanet Kronos! O iki hergele yüzünden, yüzlerce masum canından olmuştu.

Salonun titanyum kapılarına geldiğimizde, içerdeki gürültü kulaklarımda çınlıyordu. Tanrılar biliyor ya, konferans salonuna son gelişimden beri nefret ediyordum. Aklıma ister istemez, konsey üyelerinin beni tutuklama kararı geliyordu. Carter usulca elimi tutunca, derin bir nefes aldım.

Melezin GölgesiOpowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz