34. Bölüm

1.6K 107 12
                                    

Mrb! İste yb. Umarim begenirsiniz. Lütfen OYLAYİN VE YORUM BİRAKİN DUSUNCELERİNİZ BENİM İCİN COK ONEMLİ. Bolum geç geldiği içinde özür dilerim. Keyifli okumalar....

Nefes almak için kendimle boğuşurken içimdeki her bir organ titriyordu adeta. Gözlerimdeki yaşlar ise görüşümü engelliyordu. Boğazımsa...kahretsin! Boğazımda yumruk büyüklüğünde yumrular peşpeşe beni boğuyordu. Bu kadar kısa bir sürede-neredeyse beş dakika- hayatım çalınmıştı. Carter gitmişti. Ben aklımı üşütmek üzereydim. Böyle olmamalıydı. Lanet olsun böyle bitemezdi! En azından birşeyler yapmalıydım.

Göz yaşlarım yüzünden yapış yapış olmuş yanaklarımı kolumla sildim ve düştüğüm soğuk fayanslarda hafifçe doğruldum. Carter'ı geri almalıydım. O olsa biliyorum vazgeçmezdi. Bende vazgeçmeyecektim. En azından denemeliydim.

İçimdeki ufacık bir umut ışığına tutunarak ayağa kalktım. Oda gözlerimin önünde fıldır fıldır dönüyordu. Burnumu çekip zorlukla yutkundum ve cılız bir fısıltı gibi çıkan sesimle konuştum.

"Carter?"

Sesim her ne kadar boğuk bir fısıltıdan ibaret olsada dikkatleri üzerime toplamayı başarmıştım. Ancak Carter hariç. Hâlâ, parlaklığını yitirmiş gözlerle karşı duvara bakıyor ve endişeyle ceketinin fermuarıyla oynuyordu. Onu ilk defa böyle, paniklemiş görüyordum. Soğukkanlılığını yitirmişti. Odayı saran soğuk bir kahkaha kulaklarımda çınlayınca irkildim.

"Sen artık onun için birşey ifade etmiyorsun, küçük Apollyon. Seni tanımıyor, bile."

Kronos'un buz gibi soğuk bakışlarını üzerimde hissederken içimi kaplayan hüzün büyüdü ve derinliklerimde giderek öldürücü bir öfkeye dönüştü. Öfke bedenimde dalgalar halinde yayılırken yanıyordum. Öyleki kendimi tutamıyordum. Ve tutmakda istemiyordum.

Birden, olduğum yerden şimşek gibi fırladım ve tek bir hamlede Kronos'un üzerine atlayıverdim. Biliyordumki bu yaptığımın hiç bir mantıklı tarafı yoktu ama, sadece uzaktan olayı izlemekte hiç bana göre değildi.

Tırnaklarımı Kronos'un yüzüne sapladığımda Tanrı'nın yanağından akan parlak, sarı İkor'u- tanrı kanı- görünce, içimde oluşan canice mutluluğa bir anlam verememiştim. Bu duygu bana öyle yabancıydıki... Daha önce hiç, birinin canını yaktığım için mutlu olmamıştım ama Kronos acıyı hak ediyordu. Hemde acıların en büyüğünü.

Tanrı sinirle haykırırken, yüzündeki ellerimden birini yakaladı ve ben daha geri adım atamadan bileğimden çekerek beni karşı duvara fırlatıverdi. Sırtımın duvara çarpmasıyla çıkan pes ses kulaklarımdaki çınlamaya karışıyordu. Ve bu sesi tanıyordum da. Kırılan kemiğin sesini nerede olsa tanırdım. Gözlerimi sımsıkı yumup kaçan gözyaşlarından kurtulmaya çalışırken, omzumu tutarak duvarın dibine top gibi kıvrıldım. Ağzımdan kaçan inlemeler hıçkırıklarıma karışıyordu.

Lanet olsun! Omurgam kırılmıştı kesin. Sırtımdan başlayıp vücuduma dalga dalga yayılan acı dayanılmazdı. Omurgamdan başlayıp her bir eklemime sancılar saplanmasına sebep oluyordu. Acıdan nefes dahi alamıyordum. Kafamı kaldırıpda çarptığım duvarı görünce az kalsın küçük dilimi yutuyordum. Duvarda- çarptığım noktada- kocaman bir çatlak meydana gelmiş ve duvarın sarımsı boyası çatlayıp dökülmüş, arkasından beyaz alçısı gözüküyordu.

Kutsal iblis kıçı! Herif beni resmen kum torbası gibi duvara fırlatmıştı ve lanet olsunki acayip güçlüydü. Akaşayı kullanabilsem bile pek birşey yapabileceğimi sanmıyordum. En fazla birkaç yerini morartım heralde.

Kolumu kavrayan buz gibi soğuk bir elle ürktüm. Ares, ürkünç beyaz gözleri, yoğun simsiyah saçları ve Godzilla gibi cüsseli vücuduyla tepemde dikiliyordu. Elbette Kronos'un yanında Ares bir hiçti çünkü Kronos onun Dopingli hali gibiydi. Kan dondurucu sırıtışından bahsetmiyorum bile...

Melezin GölgesiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin