Vuslat

336 19 46
                                    

"Karanlık yoluma pusu kursa da benim yolum vuslata çıkar."

Genç adam ellerini arkasında birleştirmiş, silah arkadaşlarına bakıyordu. Hepsi yerle bir olmuştu. Başını üzerine Türk Bayrağının serili olan silah arkadaşına baktı. Mirza Üsteğmen, teröristler ile girdikleri çatışmada şehit olmuştu.

"Turan, şehidin başında toplan!" diye bağıran Komutanları ile, tim şehidin etrafında toplandı. Hazar Yüzbaşı, kehribar gözlerini silah arkadaşlarının üzerinde gezdirdi.

En sonunda Doğan Üsteğmen'in üzerinde durdurdu. Doğan Üsteğmen'in kumral saçları dağılmış, okyanus misali mavi gözleri ağlamaktan içine geçmişti. Doğan Üsteğmen hazır ola geçti.

"Üsteğmen'im yüzünün hali ne böyle?" diye sordu. Doğan Üsteğmen acı çeken ifadesini hemen sildi. Şimdi yüzü çelik kadar sertti.

"Komutanım, Mirza, benim için Gökçen'le eş değerdi." Gökçen, Doğan Üsteğmen'in kardeşiydi. Gökçen'de, kendisi gibi Özel Kuvvetler Grup Komutanlığında bordo bereli askerdi.
Hazan Yüzbaşı başını salladı.

"Cem?" dedi. Cem Başçavuş, Komutanının sesini duyunca toparlandı. Siyah kısa saçları darmadağın olmuştu. Kahverengi gözlerinin için kan kırmızısı olmuştu.

"Kabullenemiyorum Komutanım," dedi. Hazar Yüzbaşı, aynı cevapları alacağını anlamıştı. Bu yüzdendir ki Cem Başçavuş'un sözünü yarıda kesti.

"Asker kendine gel bu dünyada herkes acı çeker. Her insan pes etse, Dünyanın hali ne olur?" Hazar Yüzbaşı'nın sesi dağda yankılandı. Rauf Teğmen'in siyah gözlerine bakarak söylemişti.

"Teğmen'im," dedi. Rauf Teğmen elinde tuttuğu kaskı daha sıkı tuttu.

"Acı insanların etrafını zehirli sarmaşık gibi sarar." Hazar Yüzbaşı başını salladı.

Genç kadın televizyonda izlediği şehit haberi ile elindeki kumandayı düşürdü. Ellerini uzun düz kumral saçlarından geçirdi. Tam önünde duran kare şeklindeki cam sehpadan telefonunu aldı. Sehpanın üstündeki vazo yere düştü. Cam parçaları dört bir tarafa dağıldı.
Genç kadın, nişanlısını aradı ama Hazar'ın telefonu kapalıydı.

Yaşlı kadının attığı çığlık ile Emre yattığı yerden hızla kalktı. Gecenin karanlığından dolayı ayağını yatağın ayağına çarptı. Yüzünü buruşturdu. Kapıya koştuğu an bu seferde başını kapıya çarptı.

"Hey Allah'ım, bu kapıyı buraya kim koydu?" diye hayıflandı. Daha sonra söylediği sözün saçmalığını farketti. Odadan çıktığı an gözüne çarpan beyaz ışık ile gözlerini kırpıştırdı. Okyanus misali mavi gözleri ışığa alışınca annesinin yanına gitti.

"Annem," dedi. Ama annesi dünya ile bağlantısını kopartmış gibi görünüyordu. Siyah gözleri bir yere odaklanmıştı. Baktığı yere baktığında televizyon olduğunu farketti.

Televizyonda uzun boylu, sarı saçları omuzlarına kadar gelen, düğme gibi olan siyah gözlerini içine geçmiş spiker kadın bir şeyler diyordu. Televizyonun sesi kapalıydı.
Etrafına baktı. Kumanda L şeklindeki mavi koltuğun üzerinde duruyordu,o  tarafa doğru yavaşça ilerleyip, kumandayı koltuktan titreyen elleriyle aldı ve sesini açtı.

"Şehidimize Allah'tan rahmet, sevenlerine sabır diliyoruz." Emre elindeki kumandayı büyük gürültü ile yere düşürdü. Dilan Hanım kendine geldi. Emre, annesine baktı.

"Ağabeyim mi?" diye sordu. Annesi ağlamaya başladı. Emre, annesinin yanına gitti. Annesini kollarının arasına aldı.

"Ağlama annem," dedi.

Vatan-ı AşkWhere stories live. Discover now