23

279 9 10
                                    

Üçüncü Kısım

Mösyö Léon, hukuk tahsil etmekle beraber, Chaumière'e de oldukça devam etmişti, orada kendisini kibar tavırlı bulan işçi kızları arasında epey de süksesi olmuştu. Üniversiteli gençlerin en aklı başında olanıydı: Saçları ne fazla uzun, ne de fazla kısaydı, üç aylık harçlığını ayın birinci günü yiyip bitirmezdi, profesörleriyle de arası daha iyiydi. İfrata kaçmaya gelince, sünepeliği kadar çıtkırıldımlığı yüzünden de, bundan kendini hep korumuştu.

  Çoğu zaman, odasında kitap okurken veya akşamları Luxembourg Bahçesi'nin ıhlamurları altında otururken, kanun kitabını yere bırakır ve Emma'nın anısı aklına gelirdi. Fakat yavaş yavaş bu duygu zayıfladı, altta yaşamaya devam etse bile, üstüne başka emeller ve hırslar yığıldı; çünkü Léon, ümidini kaybetmiyordu, içinde hayali dallara asılı bir altın yemiş gibi sallanan bir belirsiz vaat vardı.

  Üç yıl süren bir ayrılıktan sonra onu tekrar görünce ihtirası uyandı. Emma'ya sahip olmayı istemenin, buna bir karar vermenin artık zamanı geldi diye düşündü. Zaten utangaçlığı da, delidolu insanlarla düşe kalka, hayli yıpranmıştı. Paris sokaklarının asfaltını rugan ayakkabısıyla çiğnemeyen herkesi küçümseyerek taşraya dönüyordu. Nişanları ve arabası olan bir zatın, meşhur bir doktorun salonunda, dantelalı bir Parisli kadının yanında olsaydı bu zavallı kâtipçik, hiç şüphesiz, çocuk gibi tir tir titrerdi; fakat burada, Rouen'da, rıhtım üzerinde, bu hekimciğin karısı önünde, göz kamaştırdığından peşinen emin olarak, kendini gayet rahat hissediyordu. Nefse itimat, vaziyete bağlıdır: Binanın asma katında, dördüncü kattaki gibi konuşulmaz ve zengin bir kadının iffetini, tıpkı korsesinin astarındaki zıh gibi, etrafındaki kâğıt paraları korur.

  Gece, Mösyö ve Madam Bovary'den ayrılırken, Léon onların peşine takılmış, sonra Kızıl Haç'a girdiklerini görünce yüz geri etmiş ve bütün geceyi bir plan düşünmekle geçirmişti.

  Ertesi gün, saat beşe doğru, boğazı kurumuş, yanakları solmuş, hiçbir şeyin durduramadığı o korkaklara özgü kararlılıkla, hanın mutfağına girdi.

  Bir uşak:

  — Mösyö burada yok, dedi.

  Bu ona iyi bir alamet gibi göründü. Yukarı çıktı.

  Emma onun gelmesinden hiç telaşa düşmedi; bilakis, bazen, nereye indiklerini söylemediklerinden dolayı kendisinden özür diledi.

  Léon:

  — Ama ben tahmin ettim, dedi.

  — Nasıl ettiniz?

  Léon, bunun rasgele bir içgüdünün itişiyle olduğunu iddia etti. Emma gülümsemeye başladı. Léon, budalalığını örtbas etmek için, derhal, öğleye kadar şehrin bütün otellerini bir bir dolaşıp kendisini aradığını söyledi.

  — Demek kalmaya karar verdiniz, öyle mi?

  Emma:

  — Evet, ama hata ettim, dedi. İnsanın etrafında bin bir gaile varken, böyle olmayacak zevklere alışması hiç doğru değil!..

  — Zannediyorum ki...

  — Yok yok, kadın değilsiniz ki siz.

  Fakat erkeklerin de dertleri vardı, konuşmaya bazı felsefi düşüncelerle girişildi. Emma, şu dünyadaki sevgilerin bayağılığı ve kalbin daima gömülü kaldığı ebedi yalnızlık üzerinde uzun uzadıya durdu.

  Göze girmek için veya kendisini de hüzne düşüren bu melankoliyi safçasına taklit ile, genç adam, tahsili boyunca sıkıntıdan hafakanlar geçirdiğini anlattı. Usul onu sinirlendiriyor, başka sahaları daha cazip buluyor, annesi ise, her mektubunda canını sıkmaktan geri kalmıyordu. Her ikisi de ıstıraplarının nedenlerini daha açıkça belirtiyorlar, her biri, konuştukça, bu karşılıklı dert yanmanın artan harareti ile biraz daha coşuyordu. Fakat bazen fikirlerinin eksik kalan ifadesi karşısında duraklıyorlar ve ona tercüman olabilecek bir cümle bulmaya çalışıyorlardı. Emma bir başkasını delicesine sevmiş olduğunu itiraf etmedi; Léon da kendisini unutmuş olduğunu söylemedi.

Madam BovaryWhere stories live. Discover now