Giriş |Kan Gölü|

3.5K 69 6
                                    

Keyifli okumalar...



Zümrüt Yeşili
Giriş {Kan Gölü}

Öykü Yıldırım

   Herkesin hayatı toz pembe değildir. Kimileri ailevi yönden, kimileri maddiyat durumundan, kimileri yaşadığı bir olay yüzünden sıkıntı çeker. Benim de toz pembe bir hayatım olduğu söylenemez.

   Benden sebebini bilmediğim bir şekilde nefret eden bir annem ve beni annemin aksine çok seven bir babam var. 'Kızlar babalarına daha çok düşkündür.' derler, annem onu sevmem adına hiçbir şey yapmadığı için bu sözün doğruluğu benim için büyük bir soru işareti. Beni çok seven bir babayla, yüzüme bile bakmayan bir anneyi karşılaştırmak bile bir hata.

   Ne olursa olsun hayata karamsar bakmayı sevmeyen biriyim. Arkadaş ortamı birkaç kişiyi barındıran, Üniversite öğrencisi olan on sekiz yaşında genç bir kızım. Çakma sarışın kızları kıskandıran doğal sarı saçlarım ve çok fazla abarttıklarını düşündüğüm yeşil gözlerim var. Neymiş, gözlerimin rengi çok güzelmiş. Fazla abartı !

   Hayatım okul-ev arasında gidip gelen bir döngüden ibaret. Arkadaşlarla ara sıra gittiğimiz cafe dışında bu şehirde bildiğim çok fazla yer yok.

   Bugün yine okuldan eve doğru yürüyordum. Ev ile okul arası çok fazla yakın olmasa da, ben yürümeyi seven biriydim. Hafif esen rüzgarın verdiği huzur ben de gözlerimi kapatma istediği uyandırıyordu.

   Sağ omzuma takılı olan küçük çanta, zaman geçtikçe ağırlığını arttırıyormuş gibi bir hissiyat veriyordu.
 
   Şansım, yine kendini göstermek istedi diye düşündüm. Ben daha gideceğim yolu ortalamadan yavaş yavaş yağmur çiselemeye başlamıştı. Yağmuru severdim ama izlemesini, ben büyük bir yorgunluk ile okuldan dönerken yağmasını değil !

   İnsanlar bir o yana bir bu yana koşuşturmaya başladığında ben de derin bir nefes alıp verdim. Hızlı hızlı yürümeye başladığımda, içimden kendime otobüse binmeyi reddettiğim için kızıyordum.

   Bir ara sokağın önünden geçerken yüksek sesle konuşan bir adamın sesi yüzünden hızımı yavaşlatıp sokağın önünde durdum. Yüksek sesle konuşan adamın sesine, başka bir adamın sesi eşlik etti. Galiba iki kişi kavga ediyordu. Bunu cümle aralarında kullanılan küfürlü sözcükler doğruluyordu.

   Tam yoluma devam etmek üzereyken merakım çoktan iç sesimle bir anlaşma yapmıştı. Hadi Öykü, oraya git ve bir sorun olup olmadığını öğren !

   Gitmek için hazırlanan ayaklarım, çok sevdiğim(!) iç sesim yüzünden yönünü değiştirdi. Ara sokağın içine girdim ve bir arabanın bile zor sığacağı yolda ilerlemeye başladım. Hava kararmak üzereydi ve benim şu an eve yaklaşmış olmam gerekiyordu. Merakım başıma dert açacaktı !

   Ben ilerledikçe sesler artmaya başladı. Biraz sonra da yan yana ayakta durup tartışan iki kişi görüş açıma girdi. Biri sarı saçları ile dikkat çekerken, diğeri onun aksine siyah gür saçlara sahipti. Siyah saçlı olan adam, diğerine göre daha sinirli gözüküyordu. Durmadan bir şeyler söylüyor, karşısındakinin konuşmasına izin vermiyordu.

   Ben onları izlerken yağmur iyice artmış, üstümde ki her şeyin ıslanmasına sebep olmuştu. Giydiğim siyah, dar pantolon ve lacivert renginde ki tişörtüm adeta vücudumla bir olmuştu. Çantamın içinde ki kitapları düşünmek bile istemiyorum !

   Beni düşüncelerimden ayıran şey, tartışan iki adamdan birinin daha çok bağırarak konuşmasıydı.

“Seni öldürürüm !”

   Bağıran adam neresinden çıkardığını anlayamadığım bıçağı, kaşla göz arasında karşısındaki adama sapladı. Gözlerim şokla açılırken istemsiz bir şekilde ağzımdan bir çığlık firar etti. Refleks olarak sağ elim ile ağzımı kapattım.

   Bıçaklanan adam çektiği acı yüzünden inleyip dizlerinin üstüne düşerken, diğer adam attığım çığlık sebebiyle bana baktı. Bir süre bana baktıktan sonra elindeki bıçağı rastgele bir yere atıp bana doğru koşmaya başladı. Geçirdiğim şok yüzünden kımıldamam mümkün değildi.

   Adam yanımdan geçip giderken, benim gözlerim yatar pozisyona geçip ağzından çıkan inlemeler ile birlikte yarasını tutan adamdaydı. Yağan yağmur sebebiyle etrafında kan gölü oluşmuştu.
Kendime geldiğimde koşarak yaralanan adamın yanına gittim.

“Y-yardım e-et.”

   Dizlerimin üstüne çöktüm ve arka cebimdeki telefonu çıkardım. Açma düğmesine bastığım halde telefon bir türlü açılmıyordu. Hala telefonu açmaya çalışırken, acı gerçek telefonu yere düşürmeme sebep oldu. Telefonumun şarjı okulda bitmişti.

   Gözlerimi sıkıca kapatıp açtım. Adamın yarasını elim ile kapatmaya çalışırken, bir yandan da onunla konuşuyordum.

“D-dayan, seni kurtarıcam.”

   Söylediğim şeye ne kadar inanmak istesem de, bu pek mümkün değildi. Başka birine haber vermek için sokağın başına doğru baktığımda, bir adamın yüzündeki şok ifadesiyle bana doğru baktığını gördüm. Elinde telefon vardı. Ne zaman geldiğini veya ne kadar zamandır orada olduğunu bilmiyordum.

   Ben kanamayı durdurmaya çalışırken, adamın beyaz gömleği tamamen kan olmuştu. Hatta nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde sarı saçlarının bazı yerleri kana bulanmıştı. Bilinci kapanmak üzereyken, ben hala yarı çaplı bir şok geçiriyordum.

   Tekrar arkama baktığımda, adamın orada olmadığını gördüm. Kahretsin !
Kulağıma dolan ambulansın siren sesleri, içimin biraz rahatlamasına sebep olmuştu. Adamın bilinci kapanmıştı ki, yarasını tutan eli kendini boşluğa atarcasına küçük kan gölünün üstüne düştü.

   Kalbimin ritmi zaman geçtikçe daha çok artarken, ambulansın sesi çok yakından gelmeye başladı. Arkama baktığımda buraya doğru sedye ile koşan üç-dört kişinin olduğunu gördüm. Ben zor da olsa ayağa kalktım ve adama müdahale etmelerine izin verdim.

   Adamı yattığı yerde biraz inceledikten sonra sedyeye koyup tahminimce ambulans arabasına doğru seri bir şekilde götürmeye başladılar.

   Onlar adamı götürürken, polisler buraya doğru koşarak gelmeye başladılar. Ben daha ne olduğunu anlayamadan, üç tane polis yanımdaki yerlerini aldılar.

“Bizimle karakola gelmeniz gerekiyor, lütfen zorluk çıkartmayın !”

(Bölüm Sonu)

ZÜMRÜT YEŞİLİWhere stories live. Discover now