26| vakti geldiğinde her yıldız söner

9.1K 772 3.2K
                                    


Ben geldim, 5420 kelime yazdım ve amacım asla bu kadar uzun yazmak değildi. Son bölümlerde azalan yorumlarınız yüzünden pek keyfim yoktu ve size küsmüştüm ama işte, engelleyemedim kendimi.

Sam Smith, Normani - Dancing With A Stranger (Acoustic)

Yoksunluk.

Yoongi'yi görmeden geçirdiğim bir buçuk haftayı tek bir kelimeye sığdıracaksam eğer 'yoksunluk' derdim. Bir şeyden ya da birinden yoksun olmak için ona bağımlı olmak gerekmezdi sonuçta. Eksikliğini hissediyorsam yeterdi ve belki de, yoksunluk aynı zamanda eksiklik de demekti.

Kendimi oyalıyordum. Teknik derslere çalışıyor, müzik dinliyor, arada sırada yürüyüşe çıkıyor ve zamanımın çoğunu Yoongi'yi çizerek harcıyordum. Öznel bir eleştiri yapacaksam eğer, aralarında düzgünce yapabildiğim tek şeyin Yoongi'yi çizmek olduğunu söyleyebilirim çünkü ders çalıştığımda bir an sonra aklımdan çıkıyor, müziği açsam da duymuyor ve yürüyüşe çıkmanın gerekliliğini asla yerine getiremiyordum. Üçünü de yaparken aklımda yalnızca Min Yoongi oluyordu ve dolayısıyla sanatsal yönüm dışında hiçbir becerim aşk acısı çekerken düzgünce çalışmıyordu.

Onu görmemiştim.

Yara bandını elinin üzerine yapıştırdıktan sonra hiçbir yerde izine dahi rastlamamıştım. Okula geldiğini biliyordum tabii, sınavlar başlamıştı. Büyük bir ihtimal mecburen geliyordu fakat biz hiç karşılaşmamıştık. Sehun, Hoseok ve Taesun'u sık sık çevremde görüyor olsam da ona dair hiçbir şey yoktu ve kabullenmiştim işte. Bir şeylerin peşine düştükçe o şeyler benden daha da uzaklaşıyordu ve bu beni yormuştu. Onu canımdan bir parça kaybeder gibi özlediğimi biliyordum fakat yine de, bir şeyler için çaba göstermiyordum artık.

İki gece önce Felix -onları kovmuş olmama rağmen- evime geldiğinde, beni bulduğu odadaydım şimdi de. Belimi ağrıtan sandalyeye oturmuş, henüz gerdiğim resim kağıdının kirli beyaz yüzeyine bakıyordum. Yoongi'yi çizmekte sorun yoktu, hiç olmamıştı fakat günlerdir her hareketini çoktan resmettiğim için çizecek yeni bir ifadesini bulamıyordum ve bu canımı biraz daha yakıyordu. Birini yapabileceği her ifadeyi ezberlemek isteyecek kadar severken, bir anda varlığından uzaklaşmak büyük yıkımdı ve bende yıkılmıştım işte.

Uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, düşünemiyor ve hatta nefes alamıyordum. Zayıflamıştım ve göz altlarım çökmüştü. Aslında tamamen ben ve bana ait ne varsa çökmüştü fakat bir şekilde, belki de onu bir kez daha görmek için yaşamaya devam ediyordum.

Bilinçsizce attığım birkaç fırça darbesiyle, günlerdir adamakıllı yaptığım tek şey bu olduğu için artık bir gram dahi zorlanmadan yüzünü ortaya çıkardım. Çizdiğim diğer yirmi dört tanesi gibi burada da, gözleri hüzün doluydu. Gülüşünü resmettiğim birkaçında dahi gözlerini istemsizce hüzünlü çiziyordum. Son bakışındandı belki de. Onu en çok hüzünlüyken hatırlıyordum.

Gri saçları ve küçük gözlerine oldukça özenli davranıp, oradan ellerine geçtim. Olabilirmiş gibi çizmek, onu daha çok özlememi sağlıyordu. Hep kullandığı halka küpeleri, yüzükleri ve ona ait ne varsa kalbimi acıtır olmuştu artık. Bazen kendimi durdurmayıp evine gitmek, bir şekilde karşısına çıkmak ya da en azından sesine duyduğum açlık azalsın diye aramak istiyordum fakat tüm bunları yapmama engel olan kırgınlığım, düşüncesi bile aklıma düştüğü an gözyaşlarını devreye sokup bana engel oluyordu. Minnettardım gerçi, sonradan pişman olacağım bir şeyler yapmak istemiyordum. Güldüm kendi kendime. Yoongi'ye gitmeyi asla bir pişmanlık olarak göremeyeceğimi bilmeme rağmen bir şekilde kendimi kandırıyordum.

Günlerdir alışık olduğum şekilde başka bir tablosunu daha ağlayarak tamamladığımda, saat gece ikiye geliyordu. Yirmi beşinci kalp ağrımı kuruması için nazikçe kenara koyup odadan çıktım. Yapacağım şeylerin sırası belliydi.

Bite the Bullet | yoonkookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin