You jump

2K 85 33
                                    


Tam 55 sene önceydi... Fakat gözlerimi ne zaman kapatsam tam karşımda buluyorum onu. Damakları görünene kadar gülümsüyor bana, gökyüzünü barındıran küçücük gözleri kısılıp yok oluyor.

Gözlerimi ne zaman kapatsam korkuluklardan sarkıyorum biçare. Ve o hiç tanımadığı bana uzatıyor ellerini. Tutmuyorum diye yanıma geliyor "Sen atlarsan, ben de atlarım." diyor.

Gözlerimi ne zaman kapatsam çırılçıplağım karşısında. Öyle dikkatli bakıyor ki bedenime, utanıyor çocuk ruhum. Fakat rahatsızlık duymuyorum, aksine arsızlığım tüm duygularımı kamçılıyor. Gözlerinde şefkat görüyorum şehvetten hemen önce. Ve daha da utanıyorum. "Sana kırmızı çok yakışıyor." diye mırıldanıyor bakışları bir çizimi bir yüzüm arasında mekik dokurken.

Gözlerimi ne zaman kapatsam en mahrem anlara eşlik eden o son model arabanın gıcırtılı deri koltuğundayım. Kokusu hala burnumda duruyor. Teni karışıyor tenime. Dışarda annemler ve nişanlım deli gibi beni arıyor belki de fakat ben en günah gecemi yaşıyorum zerre pişmanlık duymadan.

Gözlerimi ne zaman kapatsam karşımda duruyor. Tutuyor beni en çok ona düştüğümü bilmeden. Öyle güzel sarıyor ki kolları bedenimi, ölsem de sorun olmaz diyorum kendime.

Gözlerimi ne zaman kapatsam kayıyor ellerimden. Onun beni tuttuğu yerden tutamıyorum onu. Gidemiyorum da peşinden. Verilmiş sözlerim doluyor hatrıma. "Sen, Park Jimin" diyor sevişmemizin hemen sonrasında, terimiz hala taze. "Beyazlar içindeki sıcacık yatağında, saçların aynı beyazlığa eşlik ederken ölmelisin."

Ve bugün saçlarım o beyazlığa, onsuz eşlik edeli tam 32 sene oluyor.

***

Hava son derece güneşliydi. Öyle ki taktığım şapka bile koruyamıyordu yüzümü yanmaktan, kıpkırmızı olmuştu yanaklarım. Sevgili nişanlım ise pek bir memnundu bu durumdan. Zira kendisinin en yakıştırdığı renklerden biriydi şu an yanaklarımda yer edinen. Araba rıhtımda durmuş ve biz uzun bir tura çıkacağımız muhteşem büyüklükteki, herkesin ilk deneyimi yaşamak adına birbirini neredeyse öldüreceği fakat birçoğunun parasının yetmediği için yalnızca istemekle kalacağı Tanrı'nın dahi batıramayacağı gemiye ilerliyorduk. Okyanusun kokusu daha şimdiden genzimi yakıyordu be kızaran yanaklarıma şimdi gözlerim eşlik ediyordu.

"İyi misin?" diye sormuştu sevgili nişanlım Marry öksürmem üzerine. Boştaki elimi tutmakta olduğu kolum üzerindeki dantel eldivenli elinin üstüne koyarak gülümsemiş ve başımı sallamıştım. Arkamızdan gelen annelerimizin memnuniyet dolu kıkırtılarını duyabiliyordum. Bu iyiydi. Çünkü onlar mutluysa, sorun yok demekti.

Birinci sınıfların alındığı kapının önündeki asma köprüye gelmiştik. Şoförümüz taşıdığı bavulları görevlilere teslim ederken biz de bir diğer görevlinin yönlendirmesiyle batmayan gemimize ilk adımlarımızı atmak üzere köprüye ilerlemiştik. Sallanan köprü Marry'yi pek bir endişelendirmiş olacak ki, tuttuğu kolumu daha da sıkarak bana iyiden iyiye sokulmuştu. Dudaklarımı birbirine bastırarak, destek vermek mahiyetinde yeniden boştaki elimi ona sarmış ve gemiye girene kadar da çekmemiştim. Annelerimiz gemiye girdikleri ilk anda yüksek sosyete arkadaşlarının yanına koşmuşlar ve akıllarınca biz iki 'çifte kumruyu' yalnız bırakmışlardı. Tanrı şahitti ya, tek isteğim herkesten uzak ve sessiz bir odada gemi yolculuğu bitene kadar bir başıma kalmaktı. Fakat bu beyhude bir hevesten başka şey değildi. Marry gözlerimin içine beklentiyle bakarken yeniden bir tebessüm sunmuş ve güverteyi gezmek isteyip istemediğini sormuştum. Sanki bunu bekliyormuş gibi başını hızla sallamış ve beni peşinden sürüklemişti.

CQD//yoonminWhere stories live. Discover now