0.8

2.4K 219 121
                                    

Ayın gökyüzünde parlak bir şekilde süzülürken aynı ay gibi ona eşlik eden yıldızların olduğu bir gecede, karanlık ve biraz da ıssız caddede ellerim siyah montumun cebinde yavaş yavaş ilerliyordum. Güçlü bir şekilde yağmur yağan ve neredeyse saat ikiyi vurmak üzere olan bu gecede dışarıda olmamın tek sebebi annemdi.

Zaten baskıcı, gergin ve agresif bir kişiliği olan annem, babam ile boşandıktan sonra daha boğucu olmaya başlamıştı. Sürekli üzerime geliyor, notlarım kötü olmadığı halde sürekli baskı yapıyordu ve ben bunalmıştım.

Umursamadan kırıcı şeyler söylüyordu ve ben artık kalbimi paranparça etmesine katlanamıyordum. Çantamı almış ve kapıyı çekip çıkmıştım fakat yalnızca annemin uyumasını bekliyordum, bir yere gittiğim yoktu. Babam zaten terk etmişti onu, ikinci ayrılığı kaldıramayacağını biliyordum.

Yağmuru sevdiğim halde içi pamuklu montumu giymiş olsam da seviyordum yağmur damlalarının tenime ıslatmasını, gözyaşlarıma karışmasını. Islak saçlarımı alnımdan çekip geriye yatırırken yağmur kokulu havayı doldurdum ciğerlerime.

Bu hissi seviyordum.

Fakat sevdiğim bu havaya rağmen ağlamamak için verdiğim uğraşlar düşüncelerim içinde kaybolduğunda dudaklarımdan sesli bir hıçkırık kopmuştu. Islak montumu koluyla yaşlarımı sildiğimde yüzümü kurutmanın tersine daha çok ıslanmasına neden olmuştum, bunu seviyordum işte; yaşları ve suyu ayırt edememeyi seviyordum. Sıcak gözyaşlarım yanaklarımdan süzülürken soğuktan üşümüş tenimi yakarak geçiyor, daha fazla yağmurla karışıyordu.

Durmak istedim artık, her şeyi durdurmak. Yürüğüm yolun solunda kalan parka gittim sonra, ıslak olmasını umursamadan bir banka oturdum bu yüzden. Başımı altta kalan montumun kapüşonuna bıraktım ve gözlerimi kapatıp yağmur damlalarının yüzüme damlamasını istedim ve kalbimin kanamasının dinmesini bekledim.

Yağmur yavaşlarken yüzüme damlayan taneler azaldı, hiçbir şey hissetmesem de kaldırdım başımı. Üşüyen ellerimi tekrar montumun ceplerine sıkıştırırken gözlerim yalnızca öylesine parkta dolaşırken tesadüfen fark etmiştim parkın diğer ucunda oturan küçük bedeni.

Gözlerim keskin olmasa görmezdim belki de, karanlık gecede en az gece kadar karanlık bir şekilde oturuyordu fakat uzaktaki sokak lambalarından üzerine yansıyan cılız bir ışık olmasaydı ve saçlarını kapatıp yağmurun tutamları ıslatmasına izin vermeseydi o da benim gibi, biliyordum ki asla anlamazdım o bedenin Kim Arin'e ait olduğunu.

Gecenin bu saatinde, yağmur ve soğukta tek başına ne yaptığını düşündüm. Neden buradaydı, sığınabileceği insanlar varken neden bu soğuk gecede yalnızdı?

Bu karanlıkta ona baktığımı anlamış gibi oturduğu yerden kalktığında bana doğru ilerledi. O yakınlaştıkça yalnızca saçları değil, yüzü de kanıtlamıştı kim olduğunu; fazla zayıf yüzünü, keskin çenesini; gözleri ve burnunun gölgesini net bir şekilde görebiliyordum.

Ne yalan söyleyeyim, bana o kadar yaklaşmıştı ki yanıma geleceğini düşünmüştüm fakat sola döndü ve parktan dışarı çıktı. Yalnızca kısa parke taşlarıyla sınırları belirlenmiş parktan yürüyüşünü izledim, ardından kaldırıma inişini ve yavaş adımlarla gözden kayboluşunu.

Onu rahat bırakacağımı, hatta Donghyuck'a verdiğim söz üzerine ondan uzak duracağımı söylemiştim, hiçbir şey yapmadan gidişini izleyecektim fakat Kim Arin tam bir sokak lambasının altında durarak yürümeyi kesmişti. İlgimi ondan çekmek üzereyken solunda kalan duvara tutunmak için elini uzattığı halde tutunamayıp ıslak zemine yığıldığında oturduğum yerden kalkmış ve hızlı adımlarımla geçtiği yerden ilerlemiştim.

Hatta biraz koşmuştum belki de.

"Arin!" diye bağırdım yerdeki bedenine koşarken. İyice yaklaştığımda tekrar bağırdım ismini.

"Jaemin, uzak dur!" diye bağırdı o da. Sırtı bana dönük bir şekilde, elleri yerde bedenine destek yapıyordu fakat titrediğini görebiliyordum.

Islak yeri umursamadan dizlerimin üzerine oturup omuzlarından tuttuğumda kadife eldivenlerin sakladığı ellerini koluma atıp bana tutunmuştu. Bir kolumu sırtına sarıp üşüyen bedenini kendime çektim ve yüzünü bana dönmesini sağladım.

Islak saçları yüzüne ve alnına yapışmış, tüm makyajı yüzüne akmıştı; çenesi titriyordu, gözleri ve burnu kıpkırmızıydı. Güçlü bir şekilde titrerken üşüdüğünden olmadığını, canı yandığı için titrediğini biliyordum.

Elimi çenesine götüreceğim sırada sertçe elimi itip titreyen bedenini benden uzaklaştırmaya çalıştı ama ona izin vermedim. "Sakın," dedi başını kaldırıp gözlerime bakarken, kıpkırmızı gözleri fazlasıyla yorgun görünüyordu. "yüzüme dokunma." diye devam ettiğinde sorgulamadan başımı sallamıştım.

Üzerimdeki montun fermuarını açtım ve üzerimden çıkararak Arin'in yalnızca ince bir tişört üstüne, aynı şekilde ince bir ceketle sardığı sırtına bıraktım. Zaten montum üzerine bol geldiği için kollarını geçirmesini bile beklemeden fermuarı çenesine kadar çektim ve tekrar sıkıca sardım bedenini.

"Seni evine götüreyim." dedim yorgunlukla başını göğsüme bıraktığı sırada. O an ne dersem diyeyim sorgulamayacağını düşünmüştüm ama titreyen sesiyle "Olmaz." diyerek cevapladı beni.

"Arin," dedim sert bir şekilde. "neler oluyor?" diye devam ettiğimde dudaklarından bir hıçkırık koptu, sesli bir şekilde ağlamaya başlarken onu nasıl sakinleştirmem gerektiğini gerçekten bilmiyordum.

"Jaemin, lütfen git." Gözlerinden dökülen damlalarla bana baktığında "Hayır." dedim ben de. "Hiçbir yere gitmiyorum."

Gözlerini üzerimden çekip ayağa kalkmaya çalıştığında yüksek sesli bir şekilde inledi, düşecek gibi olduğunda bedenini yakaladım ve kollarımı Kim Arin'e doladım. Bir kolumu omzuna diğerini beline sararken karşı koymamış ve ona sarılmama izin vermişti.

"Donghyuck'u arayayım Arin, burada-"

"Hayır!" Bedeni daha şiddetli titrerken ve daha sesli ağlamaya başladığında onu daha sıkı sardım ve sakinleşmesini beklemeye karar verdim fakat dudaklarından sesli bir çığlık koptu.

Neler olduğunu anlamaya çalışırken Arin beni güçsüz bir şekilde itti, sol elindeki kadife eldiveni parmaklarından çeçip çıkarırken hala sesli bir şekilde ağlıyordu. "Daha fazla yaşamak istemiyorum." Çıplak eline bakarken sessizce söylediğinde kaşlarımı çattım.

"Saçmalıyorsun, Arin." Bana baktığında dolu gözleriyle acı bir şekilde gülümsedi. "Hiçbir şey bilmiyorsun, Na Jaemin."

Çıplak elini yanağıma koyarken zaten yaşlı gözleri hızla doldu, kırmızı yanaklarına yaşlar tekrar dökülmeye başladı. "Ölmek istiyorum." diye inledi elini tuttuğum sırada. Neden bana dokunduğunda canı acıyordu bilmiyordum fakat tuttuğum eliyle daha şiddetli ağlıyordu.

Elini yüzümden çekmesini sağlayıp elini bıraktığımda gözlerime baktı dolu gözleriyle. "Uzak dur, Jaemin." derken benim de gözlerim dolmuştu.

"Bana yakın oldukça canın yanacak."


14.8.19

hoş bi bölüm oldu bence eheheheh

angel on fire :: na jaeminWhere stories live. Discover now