3

755 104 86
                                    

Aniden bastıran yağmur gittikçe şiddetlenerek kafamın üstüne siper ettiğim ceketimi hızla ıslatırken kaldırımda insanı çileden çıkaracak kadar yavaş yürüyen insanlara çileden çıkmış bir halde mecburen çarparak ilerliyordum. Zaten üzerimdeki her bir bokun sırılsıklam oluşu yüzünden sinir katsayım sınıra ulaşmış durumdaydı, eğer tuttuğu şemsiyeyi kontrol edemeyip oraya buraya sallandıran salaklardan bir tanesini çevirip suratını tekmelemeden atölyeye ulaşabilirsem kendimi omzumdan öpecektim.

Önümde asla acele etmeden yürüyen üç serseri tipli lise öğrencisi de koyu renkli ceketlerini benim gibi kafalarının üzerlerine siper etmiş hiçbir yere yetişme dertleri olmadan yavaş yavaş yürürlerken derin bir nefes aldım.

"Gençler bi' müsaade eder misiniz?"

Gayet duyulacak bir tonda tuttuğumu düşündüğüm sesime hiçbir tepki veya karşılık alamadığımda sanki mümkünmüş gibi biraz daha çileden çıktım. "Lan afedersiniz dedim," bu sefer üçünün de irkilerek bana dönmelerini sağlamıştım, açtıkları boşluktan hızımı azaltmadan cıkcıklayarak geçerken onlar da neye uğradıklarını pek idrak edememiş gözlerle bana bakıyorlardı. Muhtemelen gün içinde bu an aklıma geldiğinde yaptığım şey için kötü hissedecektim ama şu an zerre pişmanlık duyuyorsam allah belamı versindi. Tamam belki ortalama bir zekaya sahip her insan gibi evden çıkmadan önce havanın kasvetli oluşu ve ara ara uğuldayışından birtakım şeyleri anlayıp evden ona göre çıkmam gerekirdi, en azından şemsiyemi almam falan ama bugün kendi işlerimi Sehun'a yıkma süremin dolduğunu telefonumun anımsatıcısından acı bir zil tonuyla aniden öğrenmiş ve evden neyin ne olduğunu göremeden apar topar çıkmak zorunda kalmıştım. Yine de bu hiçbir boku doğru düzgün yiyemeyişimin hıncını başkalarından çıkarışıma bahane değildi tabii.

Her şeyin üst üste geldiği bu boktan günde otopark da tıkabasa dolu olduğundan arabamı atölyeye asla yakın sayılmayacak bir yere çekmek zorunda kalmıştım, şimdi de atölyeye kadar olan yol bana özel sırat köprüsü gibi bir hal almış, tabi tutulduğum değişik imtihanları başarıyla aşıp hedefe ulaşmam bekleniyordu üst mercii tarafından. Eh, sikerler ya diyip bırakamıyordum da çünkü Oh Sehun'a biraz daha kendi işimi yıkacak olursam sevgilisi ve aynı zamanda benim en yakın arkadaşım, minik bezelyem Do Kyungsoo beynimin pekmezini mekmezini hep akıtırdı.

Sonunda tanıdık üç katlı bina ve büyük otomatik kapısı görüş alanıma girdiğinde biraz daha hızlanarak koşar adımlarla hedefe ilerleyip içeri ilk adımımı atabildim. Ceketimi ıslak taraflarıyla temas etmeyecek şekilde koluma asarken göz ucuyla da saatime baktım, diğer yandan da hızımı kesmeden ilerlemeye devam ediyordum, ders başlayalı çoktan on dakika olmuştu. Derin bir nefes almak istiyordum ama o derin nefesi alırsam nedense Do Kyungsoo beni bir daha nefes alamaz hale getirirmiş gibi hissediyordum. Sevgilisiyle birlikte geçirebilecekleri zamanın bir kısmına istemeyerek de olsa engel olmuştum neticede.

Nihayet tanıdık kapının önüne geldiğimde içeri girmeden önce ceketin ve kollarımın sürtüne sürtüne mahvettiği saçlarımı ellerimle geriye doğru taradım, inatçı birkaç tutam tekrar alnıma düşüşünü umursamadım. Üstümü başımı da nemli ellerimle hafifçe silkip düzelttikten sonra içime hızlıca bir nefes çektim, günün tüm olumsuzluğuna rağmen suratıma içten bir tebessüm oturttum, öğrencilerimi gerçekten özlediğimi de tam o an fark ettim.

İçeri girdiğimde bana dönen küçük gözlerin yavaş yavaş parlayışını görmek suratımdaki tebessümün daha da yayılmasına sebep olmuştu. Tamam, iki yıllık bir tatilden falan dönmüyor olabilirdim ama onlarsız geçirdiğim iki hafta üç gün bile öğrencilerimi çokça özlemem için yetmişti, ki ben ne yazık ki işine de aşık bir adamdım. Bazı teknikleri tane tane anlatsam da hiçbir şeyi anlamayarak beni çileden çıkaran her yaştan öğrencilerimi gerçekten o kadar çok özlemiştim ki Oh Sehun'u bir süre daha görmezden gelip hepsine sarılma merasimi gerçekleştirmek gelmişti içimden.

çek sifonu // chanbaekWhere stories live. Discover now