MULTİ: MİHRİBAN VE MİRHAN VE MUHAMMED ARAF
Sabahattin Ali'nin çok sevdiğim bir sözü vardı;Hayatta hiçbir zaman kafamızdaki kadar harikulade şeyler olmayacağını farketmemiştim.
O zamanlar yani bu sözü ilk okuduğum zaman bir anlam veremeden, sadece altını çizip geçmiştim. Ama şimdi özellikle bu son yaşanılan olaylardan sonra yazarın ne demek istediğini o kadar iyi anlıyordum ki. çünkü ben de başıma üst üste gelen olayların ruhumdan parçalar kopartarak, içimde bir yerlerde beni artık hayal kuramaz duruma getirinceye kadar olanları farketmemiştim. Hatırlamaya çalışıyordum çok eskiyi değil sadece bundan iki ay öncesini her insan gibi monoton bir hayatım vardı. Annemin akıllı kızı, babamın prensesi, abimin ise minik cadısıydım.
Hayatım boyunca hep insanlar tarafından sevilmek ve kabul görmek için uğramıştım çok çalışmış, çok çabalamıştım belki sürekli kullanılmış insanların arkamdan saftirik, kendini beğenmiş, şımarık gibi tabirleri dillendirmesine göz yummuştum. çünkü içimde bir yerlerde o kelimeleri hakketmediğimi biliyordum.
Olduğum gibiydim ben.
Hayaller dünyasında yaşayan, kitap bağımlısı tek derdi ailesini üzmek ve annesinin ev işlerinde ona çok yüklenmesi olan saf ve merhametli o küçük kız. en susmaması gereken yerde susan ve acımasız insanların onu tıpkı bir kuklaymışçasına kullanmasına izin veren o küçük kız.Acı benim bir bütünüm olmuştu artık alışmıştım darbelere, acımasızlığa ve yeni tadılmış duyguların yoğunluğunda boğulmaya. korku gibi, Aşk gibi ve şuanda nedensizce hissettiğim aldatılmışlık duygusu gibi.
Önümde boylu boyunca uzanmış kadına tepkisizce baktım ağlıyordu.
Etrafımda ki hareketliliğe bakılırsa onun yanı başına çöken tek kişi ben değildim Erkam;"o-onun kanaması var abi! karım bebeğim onlara bir şey olmasın abi yalvarırım lütfen" diye bağırıp, yanımda diz çökmüş kocama, ağlayarak sarılırken;
"Allahım sen yardım et!" diye bağıran Günce annemin sesinin ardından
"biri acilen ambulansı arasın!" diye bağıran Dilan'ın sesini duydum. Boza ağa konağın korumalarından birine arabayı hazırlamaları için emir verirken, hatırlamaya çalıştım.Sonuçta bunca yıl hemşirelik okumuş, ve birkaç tehlikeli doğumda bulunmuştum az çok ne yapılması gerektiğini biliyordum ama panik ve korku duyguları beni öylesine dar bir çember içerisine almış, sıkıştırıyordu ki herşeyi unuttuğumu hissediyordum.
O yüzden hastahanelerde yakınlarının başına bir şey geldiği zaman tehlikeli ameliyatlara, sağlık görevlisi olmalarına rağmen, insanları almıyorlar ve oradan uzaklaştırıyorlardı çünkü sevdiği, tanıdığı kişinin ölümüne sebep olursa o kişinin vebalini hayatı boyunca taşıyacağını biliyorlardı. Onları şimdi daha iyi anlıyordum. Erkam;
"ne ambulansından bahsediyorsunuz! Onun halini görmüyor musunuz? Ölmek üzere!" diye haykırdıktan sonra, Ebru'yu kucağına aldığında aklıma üniversiteden ara sıra kaçıp, daha çok şey öğrenmek için, hastahaneye gittiğimizde bize nasıl doğum yaptırılıcağını gösteren, Esma ablanın sözleri geldi;
"eğer doğum yapmak üzere olan bir kadından hafif kanama geliyorsa, endişelenmeyin. bu hepsinde genel olarak gerçekleşir ama eğer kadından durdurulamaz bir biçim de kan akıyorsa o bebeğin ve annenin hayati tehlike de olduğunun belirtisidir. Eğer bir kaza geçirmişse yerinden minimum derce kıpardatılarak, ambulans gelene kadar müdahale edilmeli ve kanama durdurulmaya çalışılmalıdır" sözleri geldiğinde hızla yaşadığım şok'un etkisinden sıyrılarak, ayağa kalktım ve konağın kapısına doğru hızla ilerleyen Erkam'a hitaben;

YOU ARE READING
AŞK-I BAHAR(YALANCI TÖRE 2)
ChickLitYalancı töre serisinin ikinci Kitabı Giriş notu; "Hikayemde 'berdel' adı altında bir kadının zorla sevmediği bir adam ile evlendirilmesi, küfür, şiddet ve cinsellik içeren ögeler bulunmaktadır. Rahatsızlık duyacağınızı bildiğiniz kitaplara kötü yoru...