5. Bölüm

10.6K 894 24
                                    

Medya: Ruth.

Düşüncelerimdeki halini tam olarak yansıtmasa da en çok benzerlik gösteren buydu, hatta neredeyse aynı diyebilirim.

İyi okumalar!

🌠

Kötülük yaptıklarımızla mı ölçülürdü, yapmadıklarımızla mı? İnsanları kurtarmak için kendileri boğazlarına kadar kana batan Koruyucular mı yoksa bile isteye kendi istekleri doğrultusunda insanları öldürenler mi kötü taraftı? İyi bir taraf yoktu.

İyi biri olduğumu hiçbir zaman iddia etmemiştim fakat kötü birisi olduğum da söylenemezdi. Ben gerektiği gibi davranan ve bu sebeptir arafta dolaşan o kişilerden biriydim. Bir Koruyucu olduğum için elim sürekli kanla yıkanıyordu ve bu beni sıradan kişilerin gözünde suçlu yapardı. Suçluydum, ama bu konuda değil.

Kendimi suçlu gibi hissediyordum ve bu benim için yeni bir his değildi, her durumda karşımdaki kişi yerine suçu kendimde bulurdum. Bu bir sorun muydu bilmiyorum, belki de istemediğim kadar fazla empati duygusuna sahip olduğumdan dolayı kaynaklanıyordu. Her şeyde olduğu gibi, empatinin de fazlası zarardı.

İki yanımda, yüzlerindeki siyah kar maskelerini çıkarmadan oturan adamlara baktım. Ardından gözlerim bileğime takılı olan kelepçeye kaydı. Sanki öldürdüğüm onlarca insanın acısı böyle çıkıyordu. Hak etmiş miydim bunu? Belki de gerçekten bir canavardım. O yüzden hiçbir kaçma girişiminde bulunmadım ve sesimi çıkarmadım. Ta ki şehir merkezine gitmek yerine tam tersi yöne gittiğimizi fark edene kadar. "Beni nereye götürüyorsunuz?"

Bildiğim kadarıyla suçlu da olsam önce şehirdeki polis merkezine götürülmem gerekiyordu. Adamlar cevap vermediğinde bir şeylerin ters gittiğini anladım. "Size beni nereye götürüyorsunuz diye sordum!"

Kimse cevap vermedi, sol yanımda oturan adam silahını kaldırıp kafama sertçe vurduğunda gözlerimin karardığını hissettim. Alnımdan süzülen kan, zamana yayıldı. Karanlığın içinde beliren soru işaretlerine kendimi kaptırdım ve bilincimin kapanmasına engel olamadım.

Gözlerimi hafifçe araladığımda başıma saplanan ağrıyla dişlerimi birbirine bastırdım. Şakaklarımda dayanılması zor bir ağrı vardı ve son olanlar netliğe kavuşmama konusunda ısrarcıydı. En son Flair'ı kurtardığımızı, eve döndüğümü hatırlıyordum. Eve girdiğim andan itibaren sonrasında olanlar yavaş yavaş aklıma düştüğünde başımı tutarak uzandığım yerden doğruldum.

"Sonunda uyandın. Öldüğünü düşünmeye başlamıştım."

Duyduğum sesin sahibini görebilmek adına etrafa baktım. Eski, üç tarafı taş duvar, bir yanında demir parmaklık bulunan bir odadaydım. Burası küçük bir hapishaneyi andırıyordu. Demir parmaklıkların önünde, sırtını duvara yaslamış şekilde yerde oturan adam dikkatimi çekti. Eski kıyafetleri ve birbirine karışmış siyaha dönük kahverengi saçları vardı, bu haline rağmen genç görünüyordu.

"Neredeyim ben?" Dağılmış saçlarımın arasından parmaklarımı geçirip düzelttim. Uzun süredir uyuyormuş gibi anlamsız bir yorgunluk vardı üzerimde, kaç saattir baygındım?

Eliyle duvardaki küçük pencereyi gösterdi. Pencere dışarıya çıkamayacağımız kadar küçük olmasına rağmen önlem adına parmaklıklar örülmüştü. Parmaklarımın ucunda yükselerek parmaklığa tutundum ve kendimi yukarıya çektim. Göz alabildiğince mavilik ayağımın altındaydı. Dalgalanan deniz ve masmavi gökyüzü haricinde görünürde kara parçası bile yoktu. Denizin yüksekliğine bakmaya çalıştım, kıyıya yakın bir yerdeydik ama görüş açımda bunu kanıtlayacak bir yer yoktu. "Burası neresi?"

Avery: Koruyucu Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin