6 Mart

341 33 151
                                    

Bu diyarların kayaları soğuktur ve kuşlar yuva bulmakta zorlanırlar. Yolları kalabalık, çarşıları düzensizdir. Ve gündüzü gece kadar solgundur, rengi mavidir; etrafa sisler yayar.

"Teknoloji gelişmiş, cahillik artmıştır." derdi babaannem. Kayaları sever, ama makinelerden hoşlanmazdı.

Onu özlüyorum bazen. Bu soğuk diyarda örtünecek bir kucak olurdu, ama o da babamla annemin yanına katıldı...

Benim adım Ahmet. Bu ismin nereden geldiğini bilmiyorum, öğretmediler bana. Yazmayı da bilmiyorum. Buralarda çoğu kişi okuma-yazma bilmez. İş önemlidir, çalışmak önemlidir; yoksa yaşatmazlar.

Çok uzun zaman önce insanlar kitap okur, sırtlarına yüklenir, taşırlarmış. Öyle derdi babaannem. İnsanlar iş bulmak isterse okuma-yazma bilmeliymiş. Zor olmalı, bilmiyorum... Nasıl bir şey olduğunu daha önce hiç tatmadım. Merak etmiyor da değilim, ama bu diyarlarda bazı şeyler yasak ve bu yasaklar çiğnenemeyecek kadar kalın ve sertler.

Keşke babaannem burada olsaydı... O zaman size kitap evlerinin nasıl yakıldığından bahsederdi. Hep anlatırdı bana, o çocukken yakmışlar kitapları. Alevlerin seslerini anlatırdı, dumanların kokusunu ve ağlardı.

Bir kitabın nasıl olduğunu bilmediğim için duygulanmazdım, ama merak ederdim.

Yıl 3017 ve buralar çok soğuk...

Ben Ahmet; başımı eğer ve işimi görürüm, karnımı doyururum. Burada herkes böyle yapar. Öyle işte... Kayalar benden daha neşeli geliyor bazen.

Evet, onlarla konuşuyorum. Sesime cevap veriyorlar. Ah hayır, yalnız ya da yalnızlığı seven biri değilim.

Bir arkadaşım var... Biraz tuhaf olsa da onunla arkadaş olmayı seviyorum. Bana babaannemi hatırlatıyor. Bunu dersem kızardı muhtemelen, ama öyle. Onun gibi zeki, cesur, çalışkan ve bazı yasaklara meraklı; mesela kitaplara.

Adı Ayşe. O da bu ismin ona nereden geldiğini bilmiyor, ama ona Ayşe demeyi seviyorum, yakışıyor. Aramızda kalsın, bu diyarlarda solmayan tek çiçek o...

Ayşe kolumdan tutup beni sürüklediğinde, başımıza büyük bir dert açacağının farkındaydım. Her defasında açardı çünkü.

Yasakları çiğnemeyi ve Gölge muhafızlarıyla uğraşmayı sevmek gibi bir huyu var. Bu beni korkutuyor, ama onunla arkadaş olmaktan da vazgeçemiyorum.

°°°

Hastalanmış denizin çamurlu suları kayalara vururken, kayan yüz maskemi burnumda sabitledim. Buranın kokusunu sevmiyorum, baş döndürüyor ve ölü balıklar kıyılara vurdukça da koku artıyor.

"Ah, hadi ama! Geri dönelim."

"Biraz daha sabret korkak! Buralarda bir yerlerde olduğuna eminim."

Üşüyordum, korkuyordum ve Ayşe'nin bana "Korkak!" demesine öfkeleniyordum.

Yalçın kayaları aşarken, gri sisler etrafı kaplarken, deniz hırçınca kükrerken, nasıl olur da sakin kalabilirdim? Muhafızlar gelebilirdi. Gölge muhafızları her saatte bir etrafı gözetlerdi ve ben yakalanmak istemiyordum. Yani korkak değildim, temkinliydim.

"İşte! Buldum!" diye çığlık attı Ayşe.

Harika... Muhafızlarda buraya gelmek için can atıyorlardır şimdi.

Onu uyarmaya vakit bulamadan beni omzumdan tuttu ve kayalıklarla kapanmış karanlık bir oyuğa çekti.   

"Burada." dedi. O kadar heyecanlıydı ki... Güneşin mavi ışınları çilli yanaklarına vuruyor, kıvırcık saçlarından tutunuyordu.

"Neden bahsediyorsun?" diye sordum.

Eliyle birtakım taşları itti ve ortaya taştan daha perişan görünen... Bir şey çıkardı. Kulübemdeki merdiven basamağına benziyordu, ama biraz daha küçüktü ve böcekler tarafından yenmiş görünüyordu. Bu bir...

"Bu da ne?"

"Sence neye benziyor?" diye sordu Ayşe.

Ona "Merdiven basamağı." demeyecektim. Benim hakkımda kötü düşünmesini istemiyordum, onu sevmiş görünüyordu. O böyle biriydi işte; ufak, yırtık, terk edilmiş şeylere önem verirdi. Benim dışımda...

"Bir ekmeğe benziyor..." dedim. Kesinlikle benzemiyordu.

"Hayır, daha değerli bir şey." dedi.

Bir ekmekten daha önemli ne olabilirdi ki şu zamanda? "Ne olabilir ki?"

"Onu buldum Ahmet." dedi. "Sonunda onu buldum."

"Neyi?"

"O bir kitap!" dedi.

Bir süre sessizlik oldu ve merdiven basamağından daha zavallı görünen şeye baktım. Daha ihtişamlı bir şey bekliyordum. Ne bileyim, daha gösterişli bir şeyler...

Hayalimdeki şey merdiven basamağı gibi görünmek zorunda değildi. Kitap denilen şey ise; dikdörtgen, yırtık ve böcekli bir halde karşımda duruyordu. Soğuk bir kaya bile ondan daha güzeldi.

"Emin misin?" diye sordum.

Bana tuhaf bir bakış attı, ama cevap vermedi ve yavaşça kitap dediği şeye dokundu. Kızların nazik ve kibar olması gerekirdi, ama o böyle biriydi işte.

Dokunduğu şeyi kıpırdattı ve sanki bir kapı açıldı oradan. Tüylerim diken diken oldu ve o anda duyduğumuz ayak sesleriyle toparlanıp kayalığın karanlığında gömüldük.

Kitapla birlikte...

Ayşe onu kucaklamış ve sımsıkı tutuyordu. O şeye bir yaratıkmış gibi bakıyordum. Onun burada olmaması gerekiyordu.

Bu diyarlardaki kitaplar yıllar önce yok edilmişti. Nasıl olur da hala yaşayabilirdi? Üstelik bir kayalığın içinde!

İşte böyle şeyler hep Ayşe'yi bulurdu, Ayşe'de beni... 

K İ T Â PWhere stories live. Discover now