part II

2.4K 121 111
                                    

28 Mart 1862, Cuma

Saten nevresimin altında, tatlı bir sıcaklık bedenini çepeçevre sarmıştı. Uykunun kollarından ayrılmakta zorlanıyor, solgun gün ışığı sebebiyle gözlerini açmamakta diretiyordu. Kollarında nefes alan bir beden uyuyor, kokusu onu mayıştırıyordu. Yüzünü, tam önündeki saçların arasına gömdü. Üst tondaki yumuşak, sevgi dolu kokunun zıttına alt tonlarda şehvetin nefrs kesici keskinliği vardı. Büyüleyici bir karışımdı. Neredeyse insani olan bu ruhun kokusunun yanı sıra Crowley'nin kurumuş kalbini tekletecek bir koku daha vardı; Aziraphale'in parfümü.

Kaygan kumaşın altından, ona ardı dönük olan bedene daha çok sokuldu. Her ikisi de tamamen uykudan sıyrılıp yeniden mantıklı düşünmeye başlayana dek bu anın tadını çıkarmak istiyordu. Meleğin kokusunu doyasıya içine çekti, uzun parmakları tombul karnını okşadı, kıvırcık saçlarının arasına bir öpücük kondurdu. Çok hoşlanmıştı bunu yapmaktan, tekrarladı. O uyanana dek saçlarının arasına öpücükler kondurmaya devam etti.

"Mhmm... Crowley?"

Alçak bir mırıltıyla meleğin yorgun sesi duyuldu. İblis, suçüstü yakalanmış gibi irkilerek öpücüklerini kesti. Gözlerini aralayıp, "Günaydın," diye fısıldadı. Kollarının arasındaki beden zorlukla kendisinden tarafa döndüğünde Crowley'nin yüzünde anlaşılmaz bir ifade vardı. Gülümsemeli miydi yoksa başka bir ifadeye mi sahip olmalıydı, bilemiyordu. Bu sebeple dümdüz bir şekilde ona bakmıştı, Aziraphale de kendisine benzer bir ifadeyle yanıt vermişti.

Uzun bir sessizlik oldu. Meleğin gözleri, iblisin yüzünde dolaşıyor, ardından bir şeyleri sindirmeye çalışıyormuş gibi kapanıyordu. Crowley bu tavıra karşılık tek kelime etmiyordu, elbette, içinde oldukları durumu sindirmek onun için de zordu. İkisi, evrende gerçekleşebilecek en korkunç olayı gerçekleştirmişlerdi.

"Ah, hayır," dedi, Aziraphale. Aniden gözlerini kocaman açarak sıçramıştı, gerçeklik algısı henüz yerine gelmiş olmalıydı. Crowley'nin kollarından kaçıp yataktan çıkmaya yeltenmişti ki giyinik olmadığını fark ederek durdu. "Dün gece.. Ah, hayır.. Hayır, hayır."

"Biliyorum, Aziraphale.. Çok sarhoştum, buraya gelmemem gerekirdi. Um, şey.. Ö-Özür dilerim." Crowley aldığı tepki karşısında yutkunmuş ve zorlukla mırıldanmıştı.

"Bunu kimse öğrenmemeli, hayır."

Aziraphale paniğe kapılmıştı. Crowley'nin ise onun bu hâliyle karşılaştıktan sonra dürüst olmasının bir anlamı yoktu. Aziraphale, beyaz göğsünü kaplayan kızarıklık ve morlukların ortaya çıkışını umursamadan sabahlığına uzanıp üzerine geçirdi. İblis sessizce onu seyrediyor, bu izleri nasıl yaptığını yarım yamalak hatırlıyordu. Onun yanakları utançla kızarırken melek ise çoktan ayaklanmış ve ona da giyinmesi için dün akşam üzerinde olan kıyafetlerini getirmişti. Ardından arkasını dönüp odadan çıktı. Crowley hızlıca giyinmiş ve bastonu ile şapkasını bulmak üzere meleğin peşinden oturma odasına koşmuştu.

Aziraphale'in hizmetkârları yoktu. Birçok soylu ve zenginin aksine o, insanlara emirler yağdıramayacak kadar alçakgönüllüydü. Bu sayede evde ikisinden başka hiçkimse yoktu. Oturma odasına geçtiğinde akşam dağıttıkları ortalığı ağır ağır toparlamaya başladı. Yüzünden düşen bin parçaydı ve ardından gelmiş olan iblis bunun farkındaydı. Yere düşmüş eski bastonu kaptıktan sonra şapkasıyla dağılmış saçlarını örttü.

"Bunun bir daha tekrarlanmayacağından emin olabilirsin." Crowley gergince söyledi.

"Ah, o hâlde anlaşmamız bitmiş mi bulunuyor," diye söylendi, Melek. Başını çevirip yılana bakmamıştı bile. Her nasılsa yılanın siyah gözlük camlarının ardından ona öfkeyle baktığını zaten biliyordu. Anlaşmayı iptal etmek Aziraphale'in vicdanını rahatlatabilirdi lâkin birçok açıdan işine yarayan bir şeydi bu, dolayısıyla son vermeye kendisi de pek gönüllü değildi. Üstelik anlaşmanın sonlanması demek, Crowley ile görüşmeyecek demekti.

immoral desires | good omensWhere stories live. Discover now