34. BÖLÜM "Yeni Bir Gün"

10.8K 1.1K 143
                                    

Vücudumun korkunç isteksizliğine direnerek açtım şişmiş gözlerimi. Her bir eklemim isyan edercesine ağrıyordu. O an farkına vardığım ilk şey bulunduğum yerin yabancılığıydı. İçine gömüldüğüm koyu renkli yorgan, üstünde uzandığım yatak, griler ve siyahlarla bezeli oda benim değildi. Koridorda halamın uyku sersemliğiyle sürüdüğü terliklerinin sesi ya da biraz daha geç uyandığımda acıktığı için mızmızlanan Müge'nin bağırışları yoktu. Bu benim tanıdığım sabahlardan değildi.

O anda her şeyi hatırladım ve anılar bir barajın kapaklarının açılmasıyla boşalan sular gibi zihnime bütün hızıyla döküldü. Soğuk suyun yarattığına benzer bir şok yarattı üzerimde bu. Merve adındaki kızın gelişi, anlattıkları, benim tükenmiş ve ne yapacağını bilemez bir hale gelişim ve Oğuz'un elimden tutması...

Bedenimi tüm karşı çıkmalarına rağmen zorlukla kaldırdığımda gardrobu baştan aşağı kaplayan aynadaki yansımamla karşılaştım. Saçlarım dağılmıştı, büyük gelen tişörtün içinde kaybolmuştum ve gözlerimin beyazları kırmızı ya dönüşmüştü. Kendime çeki düzen vermem gerektiğini hissederek saçlarımı düzelttim ama daha fazlasını yapmak konusunda istek duymuyordum.

Ayaklarımı gri parkeye koydum ve çıplak ayaklarımı sürüyerek odadan çıktım. Mutfaktan gelen tıkırtılar amaçsızca bakınmamı engelledi ve o tarafa yürümeye zorladım kendimi.

Üzerinde beyaz bir tişört ve altında siyah bir şort vardı Oğuz'un, saçları bilindik intizamını taşımıyordu, dağınıktı. Arkası dönüktü, önündeki işe kendini tamamen verdiği için ona yaklaştığımın farkında değildi. Ocağın üzerinde dumanı tüten omlet ve küçük masanın üzerinde ise muazzam bir titizlikle hazırlanmış kahvaltı sofrası duruyordu. Oğuz domatesleri bir sanat eseriymişçesine özenle kesip tabağa yerleştiriyordu.

"Ne yapıyorsun?" dedim sonunda dayanamayarak. Hafifçe irkilir gibi olmuştu ama şaşkınlığını üzerinden hemen atmış bir şekilde bana döndü.

"Sonunda uyandık demek. Sence ne yapıyorum?" Başımı saklamakla yetindim, o da omuzlarını kaldırarak cevap verdi.

"Saat kaç?" diye sorduğumda Oğuz işine dönmüştü.

"Onu geçti."

"On mu?" Şaşkınlık içinde neredeyse feryat eder gibi çıkmıştı sözcükler ağzımdan. "Bu saate kadar uyudum mu ben? Ama iş? Neden beni uyandırmadın?"

Oğuz pek de durumdan etkilenmemişçesine omzunun üzerinden bana baktı.

"Dinlenmen gerekiyordu. Merak etme, ben gerekli aramaları yaptım. Bugün izinlisin."

Derin bir nefes bırakarak bir sandalyeye kendimi bıraktım. Şaşkınlık beni kendime getirmiş, uyandığımda çevremde dolanan sersemlikten kurtarmıştı.

"Bu kadar uyuduğuma inanamıyorum." dedim ellerimle yüzümü kapatarak. "Uzun zamandır bu saate kadar uyuduğumu hatırlamıyorum."

"İhtiyacın olduğunu söylemiştim." Sebzeleri büyük bir düzenle, adeta bir sanat eseri gibi dizmiş olduğu tabağı kahvaltı masasına bıraktıktan sonra omleti de ocaktan aldı. Hareketlerinde büyük bir rahatlık vardı, sanki her gün böyleymişiz gibi. "İyi bir kahvaltı önemlidir." dedi tabağıma yiyecekleri yerleştirirken.

"Düzenli kahvaltı ederim..." derken onun hareketlerini izledim. Bakışlarımı hissetmiş gibi gözlerini kaldırdı ama bir şey söylemedi. İşini bitirdikten sonra geri çekildi ve kendi tabağıyla ilgilenmeye koyuldu. "Her şey çok güzel görünüyor. Bu kadar becerikli olduğunu düşünmemiştim."

çatalının ucundaki peynir parçasıyla kalakaldı, yüzünün her bir noktasından şaşkınlık akıyordu. Gözlerini önce iri iri açtı, sonra da beni anlayamamış gibi kısarak yüzümü inceledi, gözlerimi kaçırmamak için kendimi zor tutmuştum.

BOL KÖPÜKLÜWhere stories live. Discover now