13. Bölüm

39 2 0
                                    

Evinin kapısını açıp içeri girdiğinde ışıkları yakmadan ezbere adımlarla salona geçip kendini koltuğa bıraktığında tüm kemiklerinin sızladığını hissediyordu Maral. Yavaşça koltuğa oturduğunda bir an rahat bir nefes aldı ve adından koltuğa iyice yayıldı. Bu akşam sadece bir yemek yemeyi ardından da evine geri dönmeyi planlamıştı ama hiçbir şey planladığı gibi olmamıştı maalesef. İlk başta her şey yolundaydı ve tıpkı planlandığı gibi yemek yemişlerdi ama maalesef ondan sonra Eren ve Mirza’nın işbirliği sayesinde her şey kontrolden çıkmıştı. Önce biraz yürümüş, ardından da Maral’ı bir oyun salonuna sürüklenmişlerdi. Burada pek çok oyun oynamaya mecbur bırakılan Maral sonunda isyan edip ikisini orada bırakıp terk etmişti oyun salonunu. Şimdi ise oturduğu koltukta bir daha asla kuzenlerine bir şey için söz vermemesi gerektiğini hatırlatıyordu kendisine. Yumuşak koltuğuna biraz daha yayılıp yatar pozisyona geçti ve gözlerini kapattı. Uyumak istiyordu ama koltuğa gidecek gücü kendisinde bulamıyordu maalesef. Yerinde biraz daha yayılarak gözlerini kapattı. Uyumak istiyordu, sadece güzel bir uyku. Çok şey değildi bu.

Ağaçlarla çevriliydi etrafı ve bu büyük ağaçları çok iyi tanıyordu Maral. Bir anda koşmaya başladı çünkü ne olacağını biliyordu tıpkı nerede olduğunu bildiği gibi. Sonunda ağaçların arasındaki açıklığa geldiğinde gördüğü yüzler ile bir an durakladı ve gözlerini yüzlerde gezdirdikten sonra aradığını Arthur Harrison’un ayaklarının dibinde öylece beklerken buldu. Hiçbir şey yapmıyor sadece bekliyordu. Dudaklarından bir feryat koptu o anda ve ona doğru koşmaya başladı ama daha ona ulaşamadan kollarından tutulup ondan uzaklaştırıldı. Çırpınıyor, yalvarıyordu ama sesini kimse duymuyor ya da kulak asmıyordu. Bir süre sonra görüntü değişti şimdi kendisi elleriyle toprağı kazarken Harrison tepesinde kahkaha atarak onu izliyordu. Toprağı kazıyordu tüm gücüyle ve ellerinin parçalanması bile onu durdurmuyordu. Sonunda bu görüntünün arasına sızan bir ses durmasına sebep oldu. Tanıdık bir erkek sesiydi bu ve onu içinde bulunduğu karanlıktan çekip çıkarmıştı. Karşısında gördüğü Karahan ile bir an ne olduğunu idrak edemedi, bunda henüz kâbusun etkisinden çıkamamış olmasının da etkisi vardı elbette.

Karahan sabah uyandığında Maral’ı görme ve eğer ikna edebilirse onu kahvaltıya götürme isteğiyle dolup taşmış ve sonunda da kendisini onun kapısında bulmuştu ama ne var ki onu hiç ummadığı bir halde bulmuştu. Kapıyı çalmak üzereyken duyduğu çığlıklar ile bir an neye uğradığını şaşıran Karahan pencereden görmüştü salondaki koltukta çırpınan ve çığlık atan kadını ve kendine engel olamayıp camı kırıp içeri girdi ve onu uyandırmak için sarsmaya ve ona seslenmeye başladı. Bir anda gözlerini açan Maral ona şaşkınca bakarken hiç düşünmeden onu kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı. Bir yandan da ona:

“Sadece bir kâbustu ve bitti, artık korkama ben yanındayım.” diyordu. İlk kez iliklerine kadar korkuyu tatmıştı Karahan. Onu o halde gördüğünde nefes alamamıştı adeta. Maral ise hala olayın şaşkınlığındaydı. Bir an gözlerini kapatıp Karahan’ın huzur veren kokusunu soludu ve o anda tenini okşayan rüzgâr ile gözlerini açıp cama baktı. Daha doğrusu artık kırık olan cama. Bir anda Karahan’ın kollarından çıkıp ayağa kalktı ve tekrar cama baktı ve ardından karşısında tedirgince ona bakıyordu.

“Bu camın hali ne söyler misin? Neden kırdın camımı? Hem sen burada ne arıyorsun?” diye sordu öfkeyle Maral çünkü babası öldüğünden bu yana bu evde hiçbir değişiklik yapmamış ve evine gözü gibi bakmıştı ama şimdi bahçeye açılan sürgülü cam boydan boya yere inmişti. Karahan onun gözlerinde anlık olarak da olsa gördüğü yıkımla çok yanlış bir şey yaptığını anladı anlamasına ama bu durumu geri alamazdı maalesef.

“Seni görmek için gelmiştim ama çığlık attığını ve çırpındığını görünce ne yapacağımı şaşırdım ve en mantıklı olanı seçtim.” dedi ona bakarken, bir yandan da bir eliyle boynunu kaşıyordu. Bu arada bakışları Maral dışında her yerdeydi. Onun bu mahcup hali Maral’ın hoşuna gitse de kesinlikle ona karşı yumuşayamazdı, özellikle de böyle bir durumda.

“Sana göre mantıklı olan da camı kırmaktı öyle mi? Kapıyı çalmayı ya da cama vurmayı deneyebilirdin. Camı kırmak son çare olmalıydı.” dedi sert bir ses tonuyla. Karahan onun bu sözleri ile bir anda dibine girip tek eliyle belinden tutup kendisine çekti ve diğer elini yüzüne yerleştirip başını sabitledi. Dudakları arasında milimler kala durdu ve gözlerinin içine bakarak:

“Sen karşımda çığlıklar atıp o halde çırpınırken benden mantıklı olmamı bekleyemezdin çünkü seni o halde gördüğümde benim aklım durdu. Hem bu sinirli hallerin beni uzaklaştırmak yerine daha çok sana çekiyor çünkü bu halinle daha bir cazip gözüküyorsun. Benden kurtuluşun yok kadın. Önüme ne koyarsan koy ben onu yıkıp yine sana geleceğim ve senin benden gitmene de asla izin vermeyeceğim.” dedi. Bir yandan da Maral’ın yüzünü okşuyordu. Onun her bir kelimesinde nefesi Maral’ın dudaklarının arasından geçip ciğerlerine ulaşıyor ve ona nefes oluyordu.

“Yanarız Karahan, ikimizde yanarız. Hem de öyle bir yanarız ki bizden geriye hiçbir şey kalmaz. O yüzden vazgeç bu sevdadan.” derken genç kadının sesi adeta yalvarır gibiydi. Acısı, çaresizliği, kederi sesine yansımıştı adeta. Karahan sesindeki bu tınıdan hiç hoşlanmamış, adeta nefret etmişti bu tondan. O güçlü, korkusuz ve kendinden emin bir kadın görmeye alışkındı, böyle yitik bir kadın görmeye değil ve onun bu şekilde davranmasının sebebi olmaktan nefret etti ama bir yandan da bu durumdan memnundu çünkü böyle böyle kıracaktı onun etrafına ördüğü bu duvarları.

“Ben seninle yanmaya bile razıyım be kadın ama yanan sadece ben olayım. Tüm acılar benim olsun, mutluklar senin. Neden korkuyorsun ya da benden ne saklıyorsun bilmiyorum ama sende şunu bil ki geçmiş umurumda bile değil ben senin bugününe daha da önemlisi geleceğine talibim.” dedi ve ardından Maralın konuşmasına izin vermeden dudaklarını kendi dudakları ile örttü. Öpmüyor sadece bekliyordu. Sonunda dudaklarını geri çektiğinde Maral şaşkınca ona bakıyordu. Onun bu şaşkın hali daha çok hoşuna gitmişti adamın. Ardından dudaklarını kadının alnına bastırdı ve oradan da gözlerini buldu dudakları. Maral ise öylece kalakalmıştı.

“Seni ben kurtardım.” deyiverdi Maral bir anda. Ne söylediğinin farkında bile değildi. Anın ve Karahan’ın dudaklarının büyüsüne kapılmış ve asla söylememesi gereken kelimeler birer birer dökülmüştü dudaklarından. Karahan duyduklarının şaşkınlığı ile kaskatı kesilmişti. Maral onun bu anlık değişimi ile ne olduğunu anlayamadı ama sonra telaffuz ettiği sözler birer birer doldu zihnine ve hemen Karahan’ın kolları arasından çıkıp ondan birkaç adım uzaklaştı ve:

“Lütfen git. Bana bir şey sorma ve git.” dedi ve hızlı adımlarla odasına geçip kapısını kilitledi. Karahan ise onun ardından bir süre baktıktan sonra yavaş adımlarla ardından gitti ve az önce girdiği odanın kapısını açmaya çalıştı ama nafile bir çaba olduğunu kilitli kapıyla karşılaştığında anlamış oldu. Alnın kapıya yasladı ve derin bir nefes aldı.

“Sana bir şey sormayacağım Maral ama eninde sonunda sen kendi isteğinle bana gerçekleri anlatacaksın. Şimdi gidip bir tamirci getiriyorum ve camını yaptırıyorum. O zamana kadar kendini toparlamaya çalış ve hazırlan çünkü seninle kahvaltı yapmak istiyorum.” dedi ve sessizce çıktı evden. Maral ise kapının ardına çökmüştü ve sessizce gözyaşı döküyordu. Saklamaya çalıştığı ne varsa gerçekten de yavaş yavaş gün yüzüne mi çıkacaktı ve bugün olduğu gibi kendisi mi itiraf edecekti gerçekleri? Buna izin veremezdi ama emin olduğu bir şey de vardı ki Karahan kolay pes eden bir insan değildi ve Maral’dan öyle kolay vazgeçmeyecekti. Bir süre daha kapıya yaslı halde kalan Maral uyuşmaya başlayan kasları ile usulca doğruldu yerinden ve uyuşuk adımlarla banyoya girdi. Bu yakınlarda bir tamirci yoktu bu nedenle de Karahan’ın gelmesi biraz uzun sürerdi. Bu düşünceyle hemen soyunup duşa girdi ve hızlı bir duş aldı. Gerilen kasları gevşemişti şimdi. Odasına geçip üzerini giyindi ve yorgun adımlarla bahçeye çıktı ve hamağa oturdu. Yorulmuştu artık bu savaştan ve bazen kendi kendine bırak artık bu savaşı, her şeyi ardında bırak ve kendine yepyeni bir hayat kur diyordu ancak bunu yapamayacağını çok iyi biliyordu. Eninde sonunda gerçekler gün yüzüne çıkacaktı ve o zaman Maral’ın kaybedeceği çok şey olacaktı. Sırf bu nedenle hiç kimseye ve hiçbir yere bağlanmamaya çalışıyordu çünkü bağlanırsa kaybeden sadece kendisi olmayacaktı. Hayatına aldığı insanlar da kaybedeceklerdi hem de canlarını. Sırf bu nedenle hayatına kimseyi alamazdı.

“İyi en azından söz dinliyorsun bu da bir şey.” diyen sesle başını kaldırdı. Karahan karşısında elleri ceplerinde onu izliyordu ve birkaç adam da camını değiştiriyordu. Maral onların ne ara geldiğini hiç fark etmemişti doğrusu ve o an son zamanlarda çok fazla daldığını fark etti. Çok fazla düşünüyordu ve bunun tek sebebi karşısında bulunan bu adamdı.

“Senin sözünü dinlediğimi kim söyledi ve ayrıca o kahvaltı fikrini unut, seninle hiçbir yere gelmem ben.” derken yerinden doğruldu ve adamların yanına gitmek için onun yanından geçti ama onun ne yapmaya çalıştığını anlayan Karahan kolunu bir mengene gibi tutmuştu. Bu kadın o adamların yanına gitmek şöyle dursun bunu düşünmemeliydi bile.

Yüreğim Yangın YeriWhere stories live. Discover now