Hafta sonuna kadar Maya'nın günleri, hayatını kâbusa çeviren iki erkekten uzak, Mert'siz ve Raul'süz geçti. Yani huzur dolu! Diamente'nin yüzü olarak Serra'nın seçilmiş olması onu o kadar heyecanlandırmıştı ki izinde olmasına rağmen uzun zamandır ertelediği işlerini gözden geçirmeye karar verdi ve bir haftadır elektronik postasında biriken Filip'in maillerini teker teker okumaya ve gerekli aksiyonları almaya başladı. Mert ve Raül hakkında ne yapacağına bir türlü karar veremiyordu. Neyse ki bütün vaktini işine vermesi en azından birkaç gün de olsa iç karartıcı düşüncelerinden sıyrılmasını sağlamıştı.
Catwalk'ın beşinci yılı şerefine düzenlenecek partiden de bu şekilde haberi oldu. Derginin Avrupa'daki bütün şubelerinde aynı anda düzenlenecek partinin Türkiye bacağı Çırağan'da olacaktı. Hem de bu hafta sonu! Hemen Varşova'daki asistanını arayarak parti için adına dört davetiye ayarlamasını ve adresine göndermesini istedi. Kızları teker teker arayarak Cuma gecesine program yapmamalarını söyledi. Kız kıza geçirecekleri çılgın bir geceyi paylaşmadan Polonya'ya geri dönmeyi düşünemezdi.
Polonya'ya dönmek... İstanbul'da sadece bir haftası kaldığına inanamıyordu. Zaman ne kadar da hızlı geçmişti. Bu süre içerisinde tek elde edebildiği Mert'in yarım yamalak aşk itirafıydı. Ve tabi Raul'ü kaybettiği gerçeği ile de yüzleşmesi gerekiyordu. Acaba şimdi Raul ne yapıyordu? Geri dönmüş müydü? Baş başa yedikleri yemeğin üzerinden üç gün geçmişti. Üç uzun gün... Ve Raul onu bir kere bile aramamıştı. Lanet olsun Mert sana diye düşündü. Ama suçlanacak kişinin Mert olduğundan çok da emin değildi.
Aniden aklına gelen fikir Polonya'daki sekreterini tekrar aramasına neden oldu. Ondan iki davetiye daha ayarlamasını ve davetiyelerin üzerine "Catwalk'un özel davetlisi" logosunu bastırmasını rica etti. Bu davetiyelerin sahibi belliydi. Gözde davetiyeleri gördüğünde partiye hamile olsa dahi katılmak isteyecekti. O kadın ışıltı, lüks ve zarafet kavramları bir araya geldiğinde asla tepkisiz kalamazdı.
Türkiye'de hala bir haftası daha vardı. Şu ana kadar hiçbir işini yarım bırakmamıştı. Bunu da bırakmayacaktı. Vazgeçemiyorum diye düşündü içinden ıstırapla.
Çünkü vazgeçemezdi...
Eğer vazgeçerse...
Bugün yenilgiyi kabul ederse...
Ve çeker giderse...
Yarın ve sonraki gün ve sonraki ay...
Derin uzun ve anlamsız bir boşluk...
Amaçsızlık duygusu sardı içini ürpertiyle.
Ve sıkıntıyla fark etti ki, aylardır, öfke ve nefretin yarattığı intikam duygusuna bağımlı hale gelmişti. Sanki nefes alıp vermesinin hatta yaşamasının tek sebebi buydu. Şimdi ise öcünü aldığında ki artık alabileceğinden şüpheliydi, içinde bir yerlerde hayal ettiği kadar huzur bulamayacağını hissediyordu. Aksine boşluğa düşecek, amaçsız kalacaktı. İşte o zaman geldiğinde hayatını kontrol edecek başka bir duygunun bağımlısı olur muydu yine?
Ortaokul yıllarında kafasını Kaan'ın aşkına takmış, asla kabul edememişti istediği bir varlığı elde edememe halini. Şımarık da büyütülmemişti oysaki. Kaan hayatından çıktığında ise liseden birincilikle mezun olmayı takmıştı kafasına ve hayatın birçok mutluluğunu es geçmiş, kendini tamamen derslerine adamıştı. Mert'le çıkmaya başladığında ise yeni takıntısı ilişkisinin mükemmellik derecesiydi. Etraflarındaki herkes onlara gıptayla bakmalı, sonsuza kadar birbirlerine âşık olmalı, günün birinde de evlenmeliydiler. Şimdi anlıyordu ki Mertle olan mükemmel ilişkisini mükemmel bir evlilikle sonlandırmayı kontrol edilmez bir şekilde istemiş ve bu mükemmel tablo saman kafanın karanlık fırça darbeleriyle bozulunca da, öfkesini Mert ve Gözde'ye çevirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Aşkım Deplasmanda
ChickLitMaya aşk acısı nedeni ile topukları poposuna vura vura kaçtığı ülkesine ani bir kararla geri dönmeye karar verir! Bu sefer öcünü alacaktır! Ama önümüzde ufak bir pürüz vardır: Raul (Pürüz mü? Böyle pürüz dost başına desem yeridir...) Çapkın, yakışık...