XXIII

1.4K 120 213
                                    

Alex'in bir anlık boşluğundan yararlanarak kolumu onun tutuşundan kurtardığımda göz göze geldik. Bir gece önce yediğim haltlar teker teker gözlerimin önünde canlanırken yüzümün aldığı şekil onu korkutmuş olacaktı ki kaşlarını belli belirsiz bir şekilde çattı. "Freja?"

Söyleyeceği hiçbir şey umrumda değildi. Evan'ın odasının önünde beni öpmeye çalışmış olması da umrumda değildi. Dikkatimi başka bir şey üzerinde topladığım için onu dinlemiyordum bile. 

Bütün gücümü toplayarak derin bir nefes aldım ve geriye doğru bir adım attım. Alex bir kere daha adımı söyleyip beni kolumdan yakalamaya çalıştığında ondan önce hareket ederek merdivenlerden aşağıya inmeye başladım. Annesi ve babası etrafımızdayken Alex adeta süt dökmüş kedi gibi davranıyordu ve benim ondan olabildiğince uzak durmaya ihtiyacım vardı.

Onu geride bırakıp kendimi mutfağa attığımda avuç içlerimi tezgahın üzerine bastırarak nefes alışverişimi düzenlemeye çalıştım. Kafamın içinde dönüp duran sahneler ve sesler neredeyse hareket etmeme bile izin vermiyordu ama bir şekilde kendime gelip sessizce "Evan," dedim. İsmi kulaklarımın etrafında çınlarken duruşumu dikleştirdim ve odasından çıkarken söylediğim şeyi gerçekleştirebilmek adına buzdolabını açıp ona yiyecek bir şeyler hazırlamaya başladım. 

Yaklaşık on beş dakika boyunca bomboş bir zihinle, adeta bir robot gibi ona öğle yemeği hazırladım. Tezgahın üzerindeki tabakları ve bir bardak dolusu meyve suyunu yine tezgahın üzerinde duran tepsinin üzerine yerleştirdiğimde bir anda durdum. Evan'ın hak etmediği, düşüncesinin bile mideme kramplar soktuğu bir şey yapmıştım. Onun yüzüne nasıl bakacaktım?

Akmak için can atan gözyaşlarım yüzümün her bir köşesini karıncalandırırken kendimi kaybetmiş bir şekilde arkamı döndüm ve, büyük ihtimalle beni rahatsız ettiğini ailesi fark etmesin diye, oldukça sessiz ve temkinli adımlarla içeriye giren Alex ile karşılaştım. Karşıma dikildikten sonra bir kez arkasına baktı, parmaklarını siyah renkli saçlarının arasından geçirdi ve dudaklarını yaladı. "Üzgünüm," dedi gerçekliğine zerre kadar inanmadığım bir pişmanlıkla. "Öyle davranmak istemedim, kendimi kaybettim."

Umrumda bile değildi. 

Gözlerimi onun arkasında duran duvara doğru çevirdiğimde bakışlarımı yakalamak için başını yana doğru eğdi ve amacına ulaştı. Mavi renkli gözleri bana Evan'ı hatırlatıyordu. Günlerdir üst kattaki odasında varoluş krizleri geçiren erkek arkadaşımı... O kadar kötü bir haldeydim ki, boğuşmak zorunda olduğum onca şeye rağmen aklıma gelen ilk şey arkamdaki tezgahın üzerinde Evan'a gitmeyi bekleyen tepsi olmuştu. Yukarı çıkıp yanına gitmeyi bırak, kendi gözyaşlarımın içinde boğulmadan yüzüne baktığımı bile hayal edemiyordum. Tepsiyi Alex'in eline tutuşturup çığlık ata ata evime kadar koşmak istiyordum ama eğer evren ters dönseydi ve Alex, Evan'a yemeğini götürmeyi kabul etseydi bile en iyi ihtimalle meyve suyunun içine tükürürdü.

"Freja," diyerek sıçramama sebep oldu Alex. "Beni duydun mu? Bunu kimseye söyleyemezsin."

Kendime gelip gözlerimi kırpıştırdım ve onu bir kez daha görmezden gelerek arkamdaki tepsiyi kavrayıp mutfaktan çıktım. Alex'in kısık bir tonla arkamdan seslenmesine ve titreyen bacaklarıma aldırış etmeden merdivenleri tırmanıp Evan'ın odasının önüne kadar geldim. İçeri girmek kolaydı, zor olan şey onun yüzüne bakmaktı. Hiçbir şey olmamış gibi davranamazdım ama onu endişelendirecek herhangi bir şey yapmak da istemiyordum. Kısa bir süre boyunca kapının önünde bekledikten sonra kendimi oyalamanın bir anlamı olmadığına karar vererek hızlıca içeri girdim. 

Bakışlarım yere sabitlenmişken odanın kapısını kapatıp tepsiyi komodinin üzerine bıraktım ve gergince ensemi kaşıyıp bir sonraki hareketimin ne olması gerektiğini düşünmeye başladım.

but freja | stylesWhere stories live. Discover now