-26-

170 14 7
                                    

Göğsümde kocaman bir ağırlık vardı, uçuşan ruhumun üzerine koyup kalbimde sabitlediğim. Sarsılmaz, sağlam ve benliğimin en kuvvetli ağırlığıydı o. Kendi ellerimle koymamıştım oraya, bir anda orada olduğunu hissetmiştim. Kendi ellerimle oradan koparmam da mümkün değildi, benim gücüm ona yetmezdi.

Hiçbir gücün ona yetmeyeceğini sanırdım aslında, bugüne dek. Meğer o ağırlık, kendisinden çıkıp bana ulaştığı kaynak tarafından paramparça edilebilirmiş.

Karşımdaki toprak rengi bakışlara çiğ taneleri düşmüştü. Dondurucuydu. İçimde katlettiklerinden habersiz -belki de haberli- işlediği cinayete bakıyordu.

Benim göğsümdeki o ağırlık, hoyratça örselendi bugün. Çatırdadı önce, sonra kırılıp parçaları döküldü kalbime. Her biri derinlere saplandı, binlerce kanayan yara açtı. Yıllardır o ağırlığın altında kalmış ruhum, kurtulup koptu kalbimden. İçimdeki en kuytu boşluklara kaçtı.

Boşluk... Devasa bir boşluk hissediyorum tüm hücrelerimle. Kalbimdeki yarıklar sızlıyor, taze yaralarım acıyor. Ancak yıllardır taşıdığım o ağırlığın bıraktığı boşluk hepsinden daha büyük.

İçimde bir şeyler yıkıldı. Özenle inşaa ettiğim bir şehir talan oldu sanki. Pencerelerine çiçekler koyduğum binalar çöktü gürültüyle. Toza dumana bulandım. Bana nefes olan ağaçlarım kesildi, salıncaklarına çocukluğumu koyduğum parkı ateş sardı. Yağmur düşen topraklarım çöle döndü.

Karanlık bir el girdi göğsüme, özenerek büyüttüğüm, bakmaya kıyamadığım her şeyi yerle bir etti.

Ancak soğudum şimdi, içimi yakıp kavuran ateşlerin ardında dumanları kaldı yalnız. Boğuyor beni, nefeslerimi zorlaştırıyor fakat yanmıyorum. İyileştim mi? Hayır, aksine iyileşecek bir tarafım kaldığından bile emin değilim. Garibim, bilmiyorum. Gözyaşlarım durdu mesela. Dış dünyayla bağlantımı kesmiş gibi birçok şeyi algılamakta güçlük çekiyorum. Sebebi içimin böylesine sarsıntılı olmasıydı belki. Saniyeler veya dakikalar önce girdim bu odaya, henüz çok kısa bir süre geçti. Fakat bu kısacık sürede benim önceki hayatım mazi oldu, biliyorum.

Artık hiçbir şey eskisi gibi değil. Ben de değilim.

Yüksek sesle çalan telefon boş odanın duvarlarında yankı yaptı. Ses kısa sürdü, o, telefonu hiç bekletmeden açtı ve kulağına götürerek benden uzaklaştı. Odanın karanlığında bedeninin silüeti kaybolurken, bir daha onu görmek istemediğimi hissettim.

Ne konuştuğunu duymadım, saniyeler içinde geri döndü. Gözleri... Gözleri başka mı bakıyordu sanki? Şaşırmış gibi... Duygu mu vardı orada?

Masanın karşı tarafında duraksadı, buğulanmış gözleri yüzümde gezdi. Ağır adımlarla bana yöneldiğinde sırtımı sandalyeye iyice yasladım. Çekiniyordum ondan, gelmesin istiyordum. Ondan kaçmak istiyordum.

Bağlı ellerim ve ayaklarımla, o yaklaştıkça ben kaçmak için çırpındım. Bu lanet olası sandalyeden ayrılamıyordum! Gözlerim yaşarmıştı, korkudan.

Masayla benim aramda kalan boşluğa geçti. Yüzüme doğru eğilirken ben artık çırpınmayı bırakmıştım, tüm uzuvlarımla titriyordum. Gözlerini gözlerimin hizasına getirdi. O parlayan şeyler, gözyaşları mıydı?

Usulca kaldırdı sağ elini, yüzüme uzatırken başımı geri çekmeye çalıştım. Nafileydi. Ağzımı kapatan bandın ucunu tuttu, o kadar yavaş kaldırdı ki bandı çektiğini hissetmedim bile. Kurumuş dudaklarım aralanırken titriyordu, kirpiğimden düşen yaşları hissediyordum yanaklarımda.

Sonra, onun gözünden de bir damla yaş düştüğünü gördüm. Toprak rengi bakışlarından kopup, elmacık kemiğinden çenesine doğru yol çizdi.

Cesaret Madalyonu: KOVANWhere stories live. Discover now