three

565 66 40
                                    

Sabahın erken saatlerinde çalan kapıyla uyandı Namjoon. Jimin çoktan uyanmış, mutfaktaki portatif masalarının üzerinde abartılı bir kahvaltı hazırlamıştı bile. Üstelik okul için hazırlanmıştı da. Namjoon neden bu kadar hazırlık yaptığını anlayamadan küçüğü sabah selamını verip kapıya koşmuştu bile.

Jimin’in sevinç çığlıkları evin içini doldurduğunda meraklanmıştı Namjoon. Ayağı kalkıp dağınık saçlarını parmaklarını geçirerek düzeltti. Kapıya doğru ilerliyordu ki duraksamasına sebep olan şey koridorda elinde koca valizle gülümseyerek onu izleyen Jungkook’tu.

“Hyung?”

“J-jungkook?”

Küçüğünü neredeyse 8 aydır görmüyordu. Biraz daha gelişmişti vücudu. Bulunduğu üniversitenin yüzme dalında bursluluğunu alacak kadar iyi bir yüzücüydü. Boyu biraz daha uzamıştı sanki. Saatler süren uçak seyehati onu yormuş olmalı ki geniş omuzları çökmüştü.

“Seni özledim,hyung.”

Namjoon aniden boynuna atılan kollarla sıyrıldı düşünce dünyasından. Kollarını sımsıkı beline dolarken dolan gözlerini akıtmamak için dişlerini sıkıyordu. O da çok özlemişti ve ölüm hırsı, yaşadıkları Ve bencilliği gözünü öyle çok kör etmişti ki küçük tavşan dişli çocuğun büyüdüğünü dahi yeni fark ediyordu.

“Üzgünüm, Kook.”

Jungkook geri çekildi. Namjoon’un aksine çekinmeden içli içli ağlıyordu. Büyüğünün elini nazikçe kavrayıp esmer bileğindeki pansumana baktı. Görünen birkaç dikiş izi canının yanmasına yetmişti.

“Yine mi denedin?”

“Bu konuyu konuşmaktan sıkılmadık mı, Jungkook?”

“Soruya soruyla cevap verme,hyung.”

“Evet, denedim.”

Jungkook hayal kırıklığına uğramıştı. Bir kez daha... Namjoon gözlerindeki ışığın kırıldığını fark ettiğinde göğsünün sıkıştığını hissetmişti. Başını eğerken mırıldandı.

“Üzgünüm.”

“Üzgün müsün? Gerçekten mi?”

Alaycı kahkahası bütün evi inletmişti.

“BANA SÖZ VERMİŞTİN! HANİ SÖZÜNÜN ERİYDİN?!”

Başını kaldırdı ancak hala gözlerine bakamıyordu. Haklıydı. Buradan gitmeden önce söz vermişti küçüğüne. Kendi hayatından vazgeçse bile onlara yokluğunun ızdırabını çektirmeyecekti. O çok iyi bir babaydı, çok iyi bir ağabeydi ve farkında olmadan iki yavru kuşu iyileştirmiş, uçmayı öğretmiş ve özgür bırakmıştı. Şimdi ise o kuşlar onu canından çok sevecek kadar bağlanmıştı. Yuvadan, Namjoon’dan ayrılamıyorlardı.

“Hiçbir yere gitmiyorum. Anlıyor musun? Kendine bunu yapmayı kesene kadar eğitimime Kore’de devam edeceğim.”

“Amerika’ya geri dönüyorsun, Jungkook. Yarışlarını aksatamazsın.”

Jungkook karşı çıkmak adına ağzını açmıştı ki Jimin araya girmişti. Gerginlik onu üzerdi ve böyle mutlu bir günde ikilinin arasının bozulmasını hiç istemiyordu.

“İnan bana sözünü tutacak. Tıpkı lise günlerindeki gibi...Ayrıca girer girmez kollarına atladın, bana sarılmayı unuttun. Seni lanet mutant orman tavşanı, konuşma benimle.”

Jimin yapmacık bir surat asmayla ağır olduğu belli büyük valize uzanmıştı. Jungkook anında dalgın bakışlarından kurtulup yanında kalan küçük bedeni kolundan tutup kendine çekmişti. Kolunu boynuna dolayıp sımsıkı sarılırken kıkırdadı.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Feb 11, 2020 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

yuanfen || namjinWhere stories live. Discover now