Aydınlanma (Part 2)

87 17 0
                                    

Aydınlanma süreci uzundu, acılıydı. Gördüğü, duyduğu birçok şey -neredeyse her şey- duygularına hitap ediyor, duygularını yönlendirmek için saldırıyordu adeta. Çoğu zaman, savaş izlediği anlara dönüyordu. Komutanların göz göre göre yanlış kararlar aldığı ve yeryüzüne inip, onları yakalarından silkerek yanlışlarını düzeltmemek için kendini zor dizginlediği zamanlara dönüyordu. Her defasında kendisini dizginlemiş, dizginlediğini sanmıştı fakat içinde bir şeyler biriktirmekten öteye geçememişti meğerse. Yeni yeni anlıyordu. Haklıydı, müdahil olmaları gerektiği konusunda sonuna kadar haklıydı. Ve artık çok geçti. O fikrin son kullanma tarihi geçmişti.

Geçmişte olduğu gibi, fikirlerine yön veren, yeni fikirlere kucak açmasına imkân tanıyan, fikirlerini genişleten; yine kadimler olmuştu. Kadimleri düşünmüştü sık sık ve etkisinde kaldıkları, etkisiyle değiştikleri duyguları. Malzador bu konuyu sadece bir kere yorumlamış ve çıkan sonuca sadık kalmıştı. Quaron ise görünenden ve yorumlayabildiklerinden daha fazlası olduğuna inanmıştı daima. Kadimlerin bir kısmını bünyesine kattıktan sonra nihayet erişebilmişti 'daha fazlası' kutusuna.

Duygular, kadimler ve Tek Olan arasında öyle mükemmel bir bağ kurmuştu ki çok daha önce bir kafese kapatılmadığı için pişmanlık duymuştu. Hiçbir varlığın henüz sorabilecek bir yetiye erişemediği, belki de hiçbir zaman erişemeyeceği bir sorunun yanıtını bulmuştu adeta. Duygular... Bilinç sahibi varlıkların sahip olduğu şeyler değildi duygular; özgür enerji biçimleriydi.

Nasıl ki sarsılan toprak, birilerinin ayağını kaydırıyor; esen rüzgâr, bir yaprağı uzaklara sürüklüyor ya da bir okun yönünü değiştiriyordu; duygular da öyleydi. Öfkelenen adam diye bir şey yoktu, öfke enerjisinin etkisine giren adam vardı. Hüzünlü, sinirli, neşeli, korkak ya da kıskanç canlılar yoktu; kendilerini bu enerjilerin akışına bırakmayı adet edinenler vardı. Bu enerjiler paylaşılabiliyor, güçlendirilebiliyor ve benzer şekilde, etkisiz hale gelecek kadar zayıflatılabiliyordu. Duygular... Bir cevap değildi aslında, cevabın açığa çıkmasını engelleyen bir perdeydi sadece.

"Kader" denilen şeyi çözmüştü Quaron. Duygular sayesinde, duyguların etkisiyle değişen kadimler sayesinde... Kazalar "geliyorum," diyordu. Ölümler, doğumlar, kavgalar, barışlar; göz kırpıyordu. Tek Olan'la yüzleşmemiş olsaydı elbette hiçbirinin farkına varamazdı. Zaten onca zaman ne kendisi ne de kardeşleri anlayabilmişti. Şimdiyse iğne deliği kadar bir noktadan, olan biteni izliyordu ve sahip olduğu güç, kısıtlı görüşüne büyük manalar katabilmesine imkân tanıyordu.

Yeryüzünü sarıp sarmalayan milyonlarca enerji vardı; farklı renklerde, farklı uzunluklarda, farklı dokularda vs. Adeta binlerce örümcek tarafından örülmüş bir ağ yumağına benziyordu. Hangi örümceğin hangi ağı ördüğünü, ne amaçla ördüğünü, nereden başladığını, nereye kadar gittiğini ayırt etmek imkânsızdı, yani önceleri imkânsız olduğunu düşünmüştü Quaron, pek tabii diğer tanrılar da. Fiziksel kalıpların bir adım ötesinde sergilenen ışıltılı gösterinin elbette farkındaydı tanrılar fakat bu gösteriyi izlemek ve anlamaya çalışmak oldukça yorucu olduğundan biletleri yakmayı göze alarak seyri terk etmişlerdi uzun zaman önce. Somut-soyut farkı gibi bir şey söz konusu değildi. Bir meyvenin posasını ayrı, suyunu ayrı, hatta vitaminlerini ayrı görmeye vakıftılar ancak bu seviyedeki bir idrakin neye yarayacağını çözememişlerdi.

Basit canlıların "astral âlem" olarak tanımladıkları mekân, üzerinde bulundukları topraktan başka bir şey değildi. Yine, ölüm ötesiyle –genellikle ruhlarla- iletişim kurma çabaları da farklı bir mekâna ulaşmak değil, farklı –yüksek- frekanslardaki enerjilere erişmeyi denemekten ibaretti. Bazen başarılı olsalar da genellikle hüsrana uğruyorlardı. Tanrılar için kumandadaki farklı tuşlara basmak kadar kolaydı bu işlem ya da iki gözlük arasında geçiş yapmak kadar. Quaron işte bu, ikinci gözlüğü; kullanımı zor ve yorucu olanı takmıştı uzun bir süre. İlk başta sebebini kendisi dahi bilmediği halde inatla incelemişti yeryüzünü kaplayan geniş enerji yumağını ve nihayet kader ipliklerinin ayırdına varmıştı.

Alakasız duran birçok şey, aslında birbirine o kadar derinden bağlıydı ki... Bir noktada her şey seçimlere dayanıyordu aslında ve yapılan her seçimde farklı bir kader ipliği dokunmaya devam ediyor, başka ipliklerle birleşiyor, farklı noktalara uzanıyordu. Kader diye bir şey gerçekten de vardı ve bu iplikler sayesinde yazılıyordu. Bazı iplikler geçmişi açıklarken bazıları geleceği şekillendiriyordu.

Sarımtırak renkte zayıf ışıltılar saçan ince şeritlere benzeyen bu iplikleri yorumlamaya başlamakta gecikmemişti Quaron. Devamında kartopu etkisini öğrenmiş ve boyutlarına hayran olmuştu. İki küçük çocuğun tartışmasıyla başlayan basit bir kavganın, bir katliama dönüşmesine şahit olmuştu. Önemsiz görünen küçük olayların, büyük ve önemli sonuçlara ulaşması değildi ilginç olan tek şey. Kötü, büyük ve önemli sonuçların, zamanında yapılacak ufak dokunuşlar sayesinde ortadan kaldırılabilecek olması da bir o kadar enteresandı. Tek Olan'la yüzleşmemiş olsaydı ve henüz vakit olduğuna dair bir telkin almamış olsaydı böylesi gerçekleri keşfetmekte bu kadar geciktiği için kendisi ve kardeşleri adına mahcubiyet duyabilirdi.

Kaderi kontrol etmek mümkün müydü denemeden anlamak biraz zordu ancak kontrol altında tutabilmek, kesinlikle mümkün görünüyordu. Ne yazık ki içinde bulunduğu taş kafes yüzünden güçlerini kullanamıyordu. Onun da zamanı gelecekti elbette.

Sanki uzansa dokunabilecekti kader ipliklerine. Dokunmadı, an itibarıyla imkân olmadığını bilmenin ötesinde, deneme ihtiyacı duymamıştı. Onun yerine hayranlıkla takip etti iplikleri, hatta bir parçaları oldu. Onlarcası, yüzlercesiyle birlikte dolaştı Mortedra üzerinde; binlercesinin kesişmesine tanık oldu. Yine bu sayede binlerce canlının zihnine misafir olmuştu. Aldıkları kararlar, almaya çekindikleri, uygulamaya geçirdikleri veya erteledikleri; o anki duygularının etkisiyle yeni iplikler örüyor ya da bir ihtimale dayalı şekilde hali hazırda var olan iplikleri parlatıyordu. Bir tercih anı gelene dek hazırda bekleyen iplikler oluyordu çoğu zaman ve tercih yapıldıktan sonra bazıları iyice sönüyor ve kaybolmaya başlıyordu. Tamamıyla da kaybolmuyordu. Paralel evren denilen şey, belki de bu alternatif seçeneklerin oluşturduğu silik ağ yumaklarıydı. Hepsini değil, ama bir kısmını çözmüştü Quaron.

Kader ipliklerinin değiştirilemeyeceğini çünkü onların birer sonuç olduğunu anlamıştı. Düşüncelerin vücut bulmuş haline benzer enerjilerdi. Peki, düşünceleri değiştirebilir miydi?

Neredeyse her canlı birçok konuda farklı seçenekler arasında kalıyor ve seçimler yapıyordu. Aynı kapıya çıkan farklı seçenekler olduğu gibi, oldukça zıt sonuçlara varabilecek seçenekler de mevcuttu seçim yelpazelerinde. Ne var ki bu imkânların farkında değildi kimse! Bazıları, gözlük takmış binek hayvanları misali hareket ediyordu. Hiçbir patikaya şans tanımıyor, kestirmelere güvenmiyor; çoğu zaman, yanlış olduklarını bildikleri halde aynı yolda, aynı doğrultuda ilerlemeye devam ediyorlardı. Bazıları ise tam aksini yapıyor; bir patikadan diğerine ya da bir kestirmeden öbürüne düşüncesiz geçişler yaparak normalde kısa sürebilecek yolculuklarını farkında olmadan uzatıyorlardı. Her iki grubun tek bir ortak noktası vardı; kendilerine seçim şansı tanınmadığından yakınıyorlardı. Öyle ki bazıları seçim şansı diye bir şeyin var olduğundan bile haberdar değildi.

Mortedra 3 - Bir Tanrının Yükselişi (tamamlandı)Where stories live. Discover now