Son Direniş - (Part 2)

76 20 3
                                    

Küçük gruplar halinde, tek bir hadise yaşamadan ve hiç kayıp vermeden merkez çukura ulaşmayı başarmışlardı. Bu esnada, Lanetli Kaleye ne olduğunu görmüş gibi anlamıştı Kaan. Milla'nın tabiriyle "İstihkâm İmparatorluğu" olan Tarkun, kilometrelerce karelik bir hafriyat alanına dönüşmüştü. İmparatorluğu sarıp sarmalayan, parçalara bölen, gözleyip kuşatan; surlar, kapılar, kaleler ve kuleler yerle bir olmuştu. Sanki işi gücü olmayan bir inşaat tanrısı gelmiş ve tüm yapıları iri çekiciyle eze eze toz haline getirmişti. Beld'in tecrübesi azımsanamazdı, ancak yolculuk beklenenden, beklenebilecekten çok daha rahat geçmişti.

Merkez çukura bakakaldı Kaan. Bir önceki çukurdan çok da büyük değildi, fakat buradaki kazı işi diğerine nazaran yolunda gitmiş olmalıydı. Çukurun dibini görmesine imkân olmadığı halde ilkinden çok daha derine inilmiş olduğunu hissediyordu. Öylesine bir his değildi bu. Çukurun derinliklerinden fışkıran ışık, bir lazer misali taşmadan yüzeyden birkaç metre yüksekliğe uzanıyordu. Uğultu da oldukça rahatsız ediciydi. Duyulmaması gerektiğini açıkça haykırıyordu. Belki de bu sebepten; çukurla aralarına geniş bir mesafe bırakmıştı kasterular. Önceki çukura göre sayıları biraz daha fazla olsa da arada ciddi bir fark yoktu. Bir iki devriye desteğe gelmişti en fazla, belki de rutin ziyaretlerini etmişlerdi. Ya ilk çukurun ele geçirildiğinden haberleri yoktu ya da bunu önemsememişlerdi. İlk çukurdan farklı olarak; çukurun etrafına duvarlar örülmüştü. Evet, tek bir duvar yoktu; eni, boyu, yüksekliği değişen uzunluklarda duvar parçaları vardı. Belki de baskından haberleri vardı kasteruların ve bu kadarcık bir önlemi yeterli görmüşlerdi. Duvarlar da en az kasterular kadar biçimsiz, anlamsızdı. Sanki çok önceden örülmüşlerdi de zaman içinde deforme olmuşlardı. Okan'ın siması canlandı zihninde, "Bence bu bir tuzak," diyordu, şüphelenmiş görünüyordu.

Rubin, emrini bekliyordu. İlk denemelerinde zafere ulaştıkları halde stratejilerini değiştirmişlerdi. Menzilli silahların avantajını artırmak adına uyguladıkları gelgit taktiği, düşmana vakit kazandırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Evet, neredeyse kayıp yaşamadan karşı tarafa ciddi kayıplar verdirmişlerdi; fakat destek kuvvetlerinin ardı arkası kesilmemiş, ölen her bir kasterunun yeri başka birkaçıyla doldurulmuştu. Çukur ele geçirilmediği sürece skor tabelasına atılan çiziklerin bir anlamı kalmıyordu. Yine son seferde anlaşılmıştı ki kendisi çukurun dışında kalmalıydı.

Emri verdi. Uğursuz kuş uğultuları çınladı dört bir yanda. Üç yüzer kişilik iki bölük halinde saldırıya geçtiler. Çoğunluğunu insanların oluşturduğu iki yüz kırk kişilik destek bölüğü ise geride bekleyecekti.

Milla, Rubin, Serizawa, Doru ve Beld yanındaydı, fakat birçok eksik vardı ve bu durum umudunu titretiyordu. Büyüklerin savaşında bir piyon gibiydi adeta. Belki bir veziri yeme şansına erişecekti belki de diğer onlarca piyon gibi, sıradan bir takasta rol alacaktı. Oyuna dâhil olmadan da hangi ihtimalin gerçekleşeceğini göremezdi. Mortedra'ya ilk gelişinde; Crona'dan haberi yokken bile bir amacı vardı, hatta birden fazla. Bazılarına kısa sürede ve tek seferde bazılarına ise uzun sürede, adım adım ulaşmıştı. Gördüğü yanlışları düzeltmiş, köylülerin sorunlarını çözmüş, acımasız kralları ortadan kaldırmıştı. Bunlar; o zaman başkalarına imkânsız gibi gelen şeylerdi. Şimdi ise kendine bile imkânsız gelen bir misyon yüklenmişti. Önceki başarıları ne işe yaramıştı, bunlara karşılık bir ödül almış mıydı, aldıysa neden hatırlamıyordu? Peki, şimdiki görevi kimden almıştı? Ödülü ne olacaktı, hatta bir ödül olacak mıydı? Nefret ettiği "cevapsız sorular" şirketi, zihninin bir köşesinde yeni bir şube açmış olmalıydı.

İğrenç, şekilsiz suratları birbirinden ayırt edebilecek kadar yaklaştılar. Her nasılsa; açıktan çukuru çevreleyenler haricinde herhangi bir kasteru grubu ile karşılaşmamışlardı. Devriye atan, esir taşıyan ya da yeni esirler aramaya çıkan kasterular başka bir güzergâh mı kullanıyorlardı? "Bir tuzak!" diye haykırdı Okan, bir tereddüdü kalmamıştı artık. Kimliksiz, vefasız 'Ses' giderken yerini Okan'a bırakmıştı sanki.

Kasterular da eski taktiklerini terk etmişlerdi. İşi aksatan bir düşmanla karşı karşıya olduklarının bilincindeydiler. Dakikalar içerisinde sathı müdafaadan hattı müdafaaya geçmiş, davetsiz misafirlerini karşılamak üzere toplanmışlardı. Düşmanın menzil avantajından haberleri vardı bir şekilde. Çukurun tüm çevresini savunmak üzere geride durmaları, aleyhlerine işleyen bir süreçti, fakat emir gereği bu sürece katlanmışlardı geçen sefer. Yeni emir ise düşmanın yok edilmesiydi. Üzerlerine doğrulan yüzlerce silah atışa başladığında karşı hücuma kalktılar. Bu defa, çukurla aralarındaki mesafeyi korumak adına kayıp vermeyi göze alarak geriye çekilmeyeceklerdi...

Birkaç metrelik mesafeden atışa başlayan yaylar ve arbaletler ölümcül hasarlar verirken kasteruların geri adım atmamasına ilk başta şaşırmıştı Kaan. Göğüs göğse çarpışmayı göze almış, hatta yeni stratejisine dâhil etmişti. An itibarıyla kasteruların da böyle bir çarpışma aradığı belli oluyordu. Ayak uydurmayı denedi. Yanı başındaki haberciyle yeni emirleri uçurdu ordusuna. İki noktadan başlayan taarruzun enine yayılmasını, atış mesafesi korunacak şekilde düşmandan uzak durulmasını istedi. Dakikalar içerisinde emirleri uygulanırken bu defa kasterular, onlara ayak uydurmuş; zayiat verme pahasına saflarını yaymışlardı.

Yer yer beş altı kişiye kadar düşen kasteru saflarını yarmak için uygun bir an olduğunu düşünürken uzaklardan gelen uğursuz cıvıltılar, bu fikrini ertelemesini gerektirmişti. Sormasına gerek kalmadı, yanındaki nasor mesajı tercüme etti: "Destek birimimiz saldırıya uğramış, kıskaca alınmak üzerelermiş."

Hangi ara kasterulara yardım gelmişti, destek ekibi kıskaca alınmadan evvel neden durumdan haberi olmamıştı; tartışmanın anlamı yoktu. "Öyleyse harekete geçsinler. Mümkün olduğunca çarpışmadan kaçınsınlar. Çukurdan uzaklaşmasınlar," dedi Kaan. Rubin'e baktı, elli asker alıp yardıma gitmesini söyledi. Ardından Milla'ya döndü, eldivenini gösterdi, çukuru işaret etti. Anladığını belirtir şekilde başını salladı Milla. Yanına gelmesini beklemedi Kaan, yazıların parlayacağından emin bir şekilde kadranı çevirdi ve bastı. Zırhı oluştuğunda Milla'nın yanına varmıştı bile. Sırtına aldığı Milla ile kasteru saflarına daldı. Yumrukladı, tokatladı, ezdi, kesti, biçti ve çukura ulaştı. Bir grup kasteru istemsiz ve etkisiz bir takibe girişmiş ve Milla'nın oklarıyla yüzleşmişti. Biçimsiz duvar kesitlerinden birinin üzerine Milla'yı bırakıp çarpışmaya geri dönme niyetindeydi Kaan. Çukurdan destek alma görevi, Milla'ya devredilmişti ortak kararla. Duvardan duvara atlayan Milla birkaç saniye içinde çukura girmişti bir sürprizle karşılaşmadan. Kaan ise duraksadı, geri dönemedi. Duvar parçalarında, anlam veremediği bir değişiklik vardı. Farklı noktalardan el fenerleri doğrultulmuş gibi bazı kısımları parlıyor bazı kısımları gölgeye karışıyor, sonra bu kısımlar yer değiştiriyordu. Arka planda yükselen çarpışma seslerine daha fazla kulak tıkayamadı. Dönmeye niyetlendiği anda garipliği çözdü. Çözmemiş olmayı dilerdi. Duvarın bir bölümü hareket ediyordu, duvar canlıydı!

Mortedra 3 - Bir Tanrının Yükselişi (tamamlandı)Where stories live. Discover now