i loved and i lost you, and it hurts like hell

360 28 23
                                    

'Alexander'ı gördünüz mü?'

Enstitü'deki kimsenin cevap vermemesiyle topukları üzerinde döndü, toplantı odasına ilerlemeye başladı. Belki sevgilisi gerçekten çok yoğun olduğu için hiçbir şekilde onunla iletişim kurmuyordu, 3 gündür. 

Hızlı adımlarla toplantı odasına, yemekhaneye ve silah deposuna gitti, Alec hiçbir yerde yoktu. Yolda gördüğü herkese aynı soruyu sorduğunda her seferinde iki cevaptan birini alıyordu, 'Hayır,' veya '3 gündür görmedim.' Endişelenmekte haklı olduğunu düşünüyordu.

Avluya giderken duyduğu seslerle durdu. Isabelle ve Clary antrenman alanında çalışıyorlardı, daha doğrusu Izzy kızıl kızı yere sererken konuşuyorlardı. Kapıya yaklaştı Magnus, kimden bahsettiklerini anlamak için yanlarına gitmesine gerek yoktu.

'Nerede olabileceğini biliyor musunuz?' Clary nefes nefese konuştuğunda Izzy başını olumsuz anlamda salladı ve bir hamle daha yaptı. 'Olabileceği her yere baktık, hiçbir yerde yoktu. Nereye gittiğini açıklama ihtiyacı bile duymamış.' 

Clary hamleyi savuşturunca Izzy devam etmek yerine kılıcını yere attı. Yüzünden endişe, üzüntü ve korku çok rahat okunuyordu.

'Ama bir şey olsa Jace hissederdi değil mi? Demek ki o iyi, ve en kısa sürede de bulacağız.' Clary kızın yanına yürürken konuştu, kollarını ona doladığında omzuna düşen bir damla göz yaşıyla daha sıkı sarıldı.

'Korkuyorum, Clary.' dedi Izzy, birkaç saniye sonunda uzaklaşırken. 'Son zamanlarda iyi değildi. Ona bir şey olmasından çok korkuyorum.'

Kapıdan uzaklaştı Magnus, merdivenlerden çıkarak adımlarını Alec'in yatak odasına yönlendirdi. Odayı tabii ki kontrol etmişti, hızlıca yanından geçip koridorun sonundaki kapının önünde durdu. 

Kapıyı bir defa tıklatıp cevap gelmesini beklemeden içeri girdi, sarışın adamı her türlü yakalamaya hazırdı ama yatakta bileğini tutup acı içinde kıvranırken görmeye değil.

Koşar adımlarla yatağın kenarına gidip sarışın adamı omuzlarından tutarak sarstı, Jace bir saniyeliğine gözlerini açıp kimin onu tuttuğuna baktıktan sonra bileklerine tekrar yayılan acı dalgasıyla dişlerini sıktı.

Birkaç saniye sonra, Jace biraz daha gevşemiş görünürken korktuğu soruyu genç adama yöneltti Magnus. 'Ne oluyor?'

'A-Alec!' Sarışın adam zar zor cevap verirken bir anda parabatai mührüne saplanan acıyla daha fazla bağırmaya başladı, ruhu çekiliyormuş gibi hissediyordu. O çığlık çığlığa yatakta kıvranırken Magnus sadece izledi; yapabileceği bir şeyin olmadığının bilincinde, kalbinde Alexander'a bir şey olmuş olmasının korkusuyla.

Çığlıklar bir anda kesildi, Jace terden parlayan yüzüyle yatakta doğrulurken korkuyla yanındaki adama baktı. Bir şey söyleyecek gibi duruyordu, ama zorlandığı belliydi. Sonunda kısık sesle, yavaşça konuştuğunda, Magnus tüm dünyanın durduğunu hissetti. "Alec'i hissedemiyorum."

Donmuş gözlerle sarışın adamın tişörtünü sıyırıp parabatai mührünü
açmasını izledi, mühür yoktu. Silinmişti.

Bir anda Jace'in söylediği kelimeler korkunç bir gerçekliğe ulaştı, Magnus  anında kalkıp bir portal açarken beyninde dönen kelimeler dışında ne olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Portala girip tahmin ettiği yeri düşünürken, sadece boşluk hissediyordu. Birkaç dakika önce sevgilisinin hissettiğiyle yarışamayacak, ama Alec'in onun hiçbir zaman hissetmemesini isteyeceği türden bir boşluk hissediyordu.  

Portaldan Sibirya'nın dondurucu soğuğuna adım attığı anda karşısındaydı Alexander. Beyni gördüğü görüntüyü algılayamadığından yüzüne rahat bir ifade yerleşti önce, ama mutluluğu sadece birkaç saniye sürdü.

Etrafında kan gölü oluşmuştu genç adamın, yaslandığı duvardan çatıya açılan kapıya kadar uzanan bir kan gölü. Bilekleri kırmızıyla kaplanmıştı, birkaç metre uzaktaysa kenarı kanla kaplanmış metaller parlıyordu. Ama doğru olmayan bir şey vardı. Terle parlayan yüzü, kapalı gözleri, solmuş teni, mosmor dudaklarında Magnus'un görmeyi çok sevdiği, ama orada olmaması gereken bir ifade vardı. Alexander'ın dudaklarında bir gülümseme vardı.

Önce sevgilisinin adını bağırdı genç adam, sonra koştu ona doğru. Her tarafının kan olması umurunda değildi, kaldıramadığı şey; o kan, aşık olduğu adamın kanıydı. Yanına çömeldi, titreyen ellerinden biriyle parçalanmış, artık kan kalmayan bileğine baskı yaparken diğer eliyle de yanağını avucu içine almıştı.

Dakikalarca kaldı o pozisyonda. Üşümesini umursamadan ceketini çıkartıp buz gibi bedene sardı, büyüyle en kalın kazakları getirip üstüne örttü, hiçbir şekilde ısınmayınca havayı Miami'yle yarışır şekilde ısıttı, ama soğuk beden asla ısınmadı. 

Yalvardı Alexander'a gözlerini açması için, ama o açmadı gözlerini. Sarstı genç adamı, bağırdı, ama en ufak bir hareketine bile tepki veren adam, bunlara hiçbir şey yapmadı. Dudaklarını soğuk dudaklara değirdiğinde aldığı tuzlu tadla anladı ağladığını, ama umrunda olmadı. Etraflarında, onları çevreleyen kırmızılık kurumaya başlarken bir saniye bile bırakmadı sevgilisinin parçalanmış bileğini, sanki yeterince bastırırsa tüm kan sevdiği adamın damarlarına geri dönecekti ve o taptığı gözler açılacaktı tekrar. Başını boynuna gömdü adamın, aşık olduğu kokusu silinmeye başlamıştı. Bu daha şiddetli ağlamasına neden olurken ne dediğini bilmez bir şekilde gözlerini açması için yalvarmaya devam ediyordu.

Saatlerce kaldı orada, diğerleri onu bulana kadar ağlayarak yalvardı sevgilisine.

Hava karardığında, omzunda hissettiği ellerle kaldırdı başını. Alexander olduğunu düşündü önce, büyük bir mutluluk doldurdu içini. Ona üzgünce bakan Raphael'i gördüğünde söndü gözlerindeki umut ışığı, mutluluk duygusu bir daha asla gelmemek üzere terk etti onu o anda. Izzy ve Jace'in, kendisinin yanında duran bedenlerini fark etti, onlar da sarılmışlardı kardeşlerine. Elini tekrar yüzüne çıkardı sevdiği adamın, ısıttığı havaya rağmen öncekinden bile soğuktu şimdi. Kardeşleri genç adamın bedenine sarılmışlarken o da defalarca gezdi yüz hatlarında, her bir detayı hafızasına kazıdı gözlerindeki yaşlarla birlikte.

Birisi Alexander'ın cansız bedenini kaldırmaya çalıştığında bırakmadı önce, çok direndi onu almasınlar diye. Bırakmak zorunda kaldı sonra. Son bir kez elini simsiyah, darmadağınık saçlarda dolaştırdı, alnına tüy kadar hafif bir öpücük koydu. Alexander'ı ondan sonsuza kadar uzaklaştırılırken ne zaman üstüne koyulduğunu bilmediği montun üzerinden etrafına sarılan bir çift kol hissetti; soğuktan uyuşmuş, donmak üzere olan bedeni kalbinde hissettiği bu ağırlığa daha fazla dayanamayıp kendini bıraktığında Raphael'in kollarına yığıldı.

Alec Sibirya'da sadece kendini öldürmemişti, ölümsüz olan sevgilisini de öldürmüştü.

lovers death // malecWhere stories live. Discover now