on dokuz

1K 104 58
                                    

2, 5 ay sonra


Cas kendine dolaptan meyve suyu doldurdu ve Meg'in son geldiğinde getirdiği muffinlerden bir tane alıp kahvaltısını etti. Artık hayatında belli bir rutin vardı, kütüphaneye gidiyor ve kitap okuyordu. Sürekli evde durmasının kötü olacağını düşündüğü için bunu Mary önermişti, aynı zamanda birkaç arkadaş edinmesini de. O konuda pek iyi olmasada elinden geleni yapıyordu. Kütüphaneden sonra ya Meg'e gidiyor ya da Meg onun yanına geliyordu, genellikle. Tabi birde Cas Dean'i ziyaret ediyordu, her gün. Geçen 2 ay boyunca bunu hep yapmıştı, pişmanda değildi. Derin uykuda olması öldüğü anlamına gelmiyordu, hala nefes alıyor ve kalbi atıyordu sonuçta. Hem ona kitap okumayı seviyordu Cas, elini tutarak.

Mutfağı toparlayıp kütüphaneye yola çıktı, abisiyle mesajlaşarak sıkıcı otobüs yolculuğunu bitirdi. Gittiği yer daha çok bir vakıf kütüphanesi gibi olduğu için asla kalabalık olmazdı.

"Günaydın Cas," dedi Melissa. "Göbeğin büyüyor, yakında bu giysilere sığamayacaksın."

"Birine nasıl iltifat edilir iyi biliyorsun Mel," Cas başını salladı, bir bakıma arkadaş olsalar bile Melissa daima insanlara alaycı iğnelemeler yapan biriydi ve bunu değiştiremezdi.
Raflardan yeni bir kitap aradı, gözüne ilk Şeker Portakalı ilişti bu kez. Her zamanki masasına geçti ve okumaya başladı, ilk okuyuşu değildi ama yinede zevk veriyordu.

"Kitaplarda kendini kaybediyorsun Cas," Melissa her zamanki gibi getirdiği bitki çayıyla okumasını böldü. Cas daima kahveyi tercih ettiğini söylesede sinir bozucu kız asla bildiğinden şaşmıyordu.

"Eh, ben tam bir edebiyatsever'im." Omuzlarını oyuncu tavırlarla silkti. "Teşekkürler," diye ekledi bitki çayını gösterip.

"Hadi ama bunu haftalardır yapıyorum artık teşekkürü bırakmalısın. Sadece doğum yaptığında minik kıza benim adımı ver."

"Asla,"  dedi Cas. "Sana benzeme riskini göze alamam, tam bir baş belasısın."

Melissa 'bu konu burda kapanmadı' dercesine bir bakış atıp gitti, burdan sorumlu olan kişi o sayılırdı. Cas çayı içerken biraz daha okudu ve hastaneye gitmek için yola çıktı. Mary John ve Sam ilk haftadan sonra mecburen eve dönmüşlerdi ama her hafta sonu ziyarete geliyorlardı. Cas onlara kızmadı, alınmadı da. Sonuçta herkesin bir işi, görevleri ve sorumlukları vardı. Onlara her gün ziyaret sonunda mesaj atıyordu durumunu bildirmek için. Gerçi o mesaj hiç değişmiyordu.

Stabil

Cas ilk 2 hafta boyunca gerçekten uyanabilme ihtimalini düşünüp kendini avutmuştu ama artık kimsenin umudu yoktu. Dean ufacık bir kıpırdanma belirtisi dahi göstermemişti, herhangi bir değişimde olmamıştı vücudunda. Sadece. Sadece yatıyordu, hareketsiz. Yinede Cas ona gitmeyi ve kitap okuyup gününü anlatmayı bırakmayacaktı. Dean onun için çok şey yapmıştı, hep iyi hissetmesini sağlamıştı. Umudu olmasa bile asla onu yalnız bırakmazdı Cas, yalnızlıkta kaybolmasını istemezdi.

Hastane çalışanları bile artık tanıyordu Castiel'i. Çoğunun yüzünde o acıyan bakış vardı, umursamıyordu. Dean'in odasına geçti - artık yoğun bakımda değildi- her zamanki koltuğuna oturdu.

"Selam Dean,"  Garip olsada Cas bu sıradan başlangıçları seviyordu. Günaydın Dean, gibi. Ya da merhaba Dean, nasılsın?  gibi.

Onu duyup geri cevap verebileceğini düşünmek hoşuna gidiyordu. Önce elini tuttu ve anlatmaya başladı:

"Kahvaltıda meyvesuyuyla muffin yedim, hani geçen Meg'in getirdiği. Biliyorum o konuda bana kızgınsın ama şeytanvari davranışları olsa bile o benim dostum. Ayrıca iyi bir aşçıdır. Sonra kütüphaneye gittim, yolda abime mesaj attım her zamanki gibi. Küçük kardeş olmama rağmen iletişimi benim sürdürmem tuhaf, onun daha istekli olması gerekirdi bu konuda. Köpek beslemek gibi bir planı varmış ama vazgeçmesini söyledim çünkü Gabe kendine bile doğru düzgün bakamıyor. Yinede alacağına eminim ama köpek ölmeden birinin onu evden kurtarmasını umuyorum. Ayrıca Melissa kızımıza onun ismini vermemizi istedi denebilir ama tabiki kabul etmedim, korkunç bir fikir."

Cas Dean'in yüzüne bakmıştı konuşma boyunca, ifadesizliğine bile alışmıştı. Kitabı çıkardı ve okumaya başladı, sonlara yaklaştıkça gözlerinin dolduğunu farketti. Olanlara rağmen Cas'in 2 aydır hiç ağlamadığı düşünülürse bu tuhaftı ama okumayı bırakmadı, zaten sadece birkaç sayfa kalmıştı.


....


Babam arkamdan gelmişti, yeniden gözlerimin yaşlarla dolu olduğunu gördü.
Benimle konuşmak için diz çöktü.
"Ağlama yavrum. Çok büyük bir evimiz olacak. Tam arkasından gerçek bir ırmak geçiyor. Bir sürü ağaç var, kocaman kocaman, hepsi senin olacak. Salıncaklar yapabileceksin."

Anlamıyordu. Anlamıyordu. Hiçbir ağaç, Kraliçe Charlotte kadar güzel olamayacaktı.

"Ağaçları herkesten önce sen seçeceksin."

Ayaklarına bakıyordum, parmakları terliklerinden dışarı çıkıyordu. Bir ağaçtı o. Ama neredeyse hiç tanımadığım bir ağaç.

"Bir şey daha var: küçük şeker portakalı fidanını hemen kesmeyecekler, kesildiğinde de sen çok uzaklarda olacaksın, fark etmeyeceksin bile."

Hıçkırarak bacaklarına sarıldım.
"Bu artık bir şeye yaramaz, baba; hiçbir şeye yaramaz..."

Benimkiler gibi yaşlarla dolan gözlerine bakarak bir ölü gibi mırıldandım.

"Onu kestiler bile, baba; benim küçük şeker portakalı fidanım kesileli bir haftadan çok oluyor."


Cas kitabı kapatıp sehpanın üzerine koydu, dolan gözlerindeki yaşlar çoktan yanaklarını ıslatmaya başlamıştı. Tekrar Dean'in eline uzandı, görüşünün bulanıklaşması muhtemelen yaşlardan dolayıydı ama başının dönmesi normal değildi. Zaten saniyeler sonra, karanlık onu içine çekti ve koltuktan düşerek bayıldı.

crazy but not in love// destiel mpreg ✔️Where stories live. Discover now