Bazen "normal" sayılan şeylerin dışına çıkarak, ilginç veya farklı davranabildiğimin farkındaydım. Mesela hastane kokusunu çok güzel buluyordum. Tamam belki öksürük krizim dolayısıyla nefes almakta güçlük çekiyor olabilirdim, ama yine de hastane kokusu...bayılıyordum. TMI, evet nerede kalmıştık?
Nihayet hastanenin acil servisine ulaşmış, ateşi olduğu için hayatının sonuna geldiğini sanan, gerçekten "acil" durumu olmayan birkaç halsiz kişinin önüne geçebilmiştik. Çünkü ben sahiden hayatımın sonuna doğru geliyordum. Perdelerin arkasındaydık. Acemi hemşire kolumun iç tarafında baş parmağıyla uygun olan veya herhangi bir damarı ararken ben öksürmeye devam ediyor, kolumun sürekli hareket etmesine neden oluyordum. Bir süre daha bu şekilde cebelleştikten sonra Bay Jeon elini omzuma yerleştirerek gözlerini koluma dikti. Bakışlarından anlaşıldığı üzere o da bu saçma uğraştan biraz bunalmıştı. "Taehyung öksürüklerini tutmaya çalış. Sadece on saniye."
Bir de sen dene istersen. Çok kolaydı ya. Ölüyorum burada!
Kaşlarımı hafiften çatarak başımı salladıktan sonra diğer elimle ağzımı kapatarak öksürüklerimi tutmaya çalıştım. Gerçekten nefes alamıyordum, halim kalmamıştı ve tansiyonumun gittikçe düştüğünü seziyordum. Rengimin artık günlük hayatta herhangi bir insanda görebileceğiniz bir ten rengi olmadığını biliyordum, ölümümden saniyeler önce gibiydi sanki. Genç kız bu sefer gerçekten dümdüz duran kolumda da damar bulamadığında, tek sinirlenen ben değildim. Öksürüğümü tutmayı bıraktım ve hayatta kalmak için nefes almaya çabaladım.
"Ben yapayım istersen." dedi sağımda dikilen Jungkook. Elini hemşireye uzatıyordu oturduğu tabureden kalkması için. Hemşire ve ben aklı karışmış şekilde -ben daha çok dehşet içinde- profesöre baktık. Jungkook gözlerini devirerek kıza baktı ve elindeki iğneyle bronülü alırken başında dikildi kalkması için. "Efendim ama-"
"Belgem var, ben serumu taktıktan sonra sistemden bakarız. Şimdi lütfen hasta ölmeden serumu takmama izin ver." Ses tonundaki anlamsız sertlikten dolayı oturduğum yerde iyice kendimden geçerek bayılacak gibi olurken kızın tabureden kalkışını, ardından Jungkook'un oturup bana doğru biraz daha yaklaşmasını seyrettim.
Kolumu elleri arasına alıp lastiği çözmüş, tekrar bağlayarak yeniden sıkmıştı. "Elini yumruk yap." diyordu az öncekinin aksine yumuşak bir sesle. Elimi yumruk yapıp kolumda damar bulmasını bekledim.
Bu adamın beni etkilemediği tek saniye yoktu sanırım. Gerçekten hakkında yakışıklı ve zengin olduğu haricinde hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Nasıl oluyordu da serum takabilmek için Mesleki Yeterlilik Belgesi'ni alabiliyordu? O özel bir üniversitede genç bir profesördü. Gizemliliği o kadar heyecan verici ve etkileyiciydi ki. Hakkında daha bilmediğim onlarca beklenmedik şey olduğunu, ve hepsini zamanla teker teker öğrenmem gerektiğini kendime hatırlattım.
Damarımı kolayca bularak gözlerime bakmış, bilincini kaybeden bakışlarımla kendininkileri birleştirmişti. "Şimdi yapacağım, korkmuyorsun değil mi?" Başımı iki yana salladım hızla, çok alışıktım ne yazık ki. Alkollü pamukla küçük bir noktayı ıslattıktan sonra bronülü yavaşça içine doğru itmiş, sabitlemek için bantladıktan sonra odaklanan gözleriyle serumu tüm profesyonelliğiyle takmıştı. Gözlerimi kırpmadan onu seyrediyordum. Bütün bunları yapmasına, hatta hastaneye gelmesine bile gerek yokken insanlığının verdiği desteği bana göstermek için benimle buraya kadar gelmiş, üstüne bir de hemşirenin yapması gerekenleri kendi elleriyle bütün ustalığıyla yapmıştı. Göğüs kafesimin ardında bir yerlerde önemsenmenin nasıl bir şey olduğunu bana hatırlatan bir duyguyu sezdim. Yüzümde garip bir gülümseme beliriyordu, pamuğu tıbbi atık kovasına fırlattıktan sonra ayağa kalkan onu izliyordum. Huzurlu ve kısık bir ses tonuyla son gücümle konuşmaya çalıştım, "Teşekkür ederim Bay Jeon."