Beach at Scheveningen in Stormy Weather.

1.2K 270 88
                                    

Elimdeki karton kutunun içine baktım.

Changbin'in üst sınıf birinden aldığı ikinci el deri ceketi, kütüphaneye geri vermeyi unuttuğu ilahi komedya üçlemesi yıkamaktan solmuş siyah tişörtleri yorgunca sinmişlerdi kutunun içine.

Oyalanmayı bırakıp okul dergilerini de içine koydum. Haftalar sonra bana tekrar uğramış birkaç bağırış çağırış sonrası gece gene eski kanepemde uyumuştu. Sabah kalkınca yerini bile kontrol etmemiştim.

Nasılsa gidiyordu.
Giderdi.
Hep giderdi.
İnsanın birinin gidişine alışması ne de garip. Çokça ölümü deneyimlemiş olmak gibi sanki.
Alışkın olduğunuz bir acıyı buruk bir hissi kabullenmek.

Ben koliyi orta sehpaya indirirken kapım kısa kesik hamlelerle açıldı. Changbin elindeki poşetlerle içeri girerken kapıyı da ardından örttü usulca.

Salonun ortasında dikilen beni görünce hüzünlü -hep hüzünlü bakardı- çehresi bir şaşırma ifadesiyle aydınlandı.

"Uyanmışsın." dedi kısık sesle.

Sanki kızacağım bir şey yapmış gibiydi tonlaması.

Cevap vermeden elindekilere baktım.

"Bir şeyler aldım dolaba." dedi masumca.

"Pek bir şey kalmamış inanır mısın?"

"Paran var mıydı?" dedim.

"Var tabii olmaz mı?" dedi gülümseyerek.

Yoktu biliyordum. Bazen otobüse binmek için bile parası olmazdı yürürdü eve geç saatlere kadar.

İçime dolan kederle yutkundum.

"Vardır tabii." dedim.

"Benimki de soru işte." 

daha da dokunmak istemiyordum bu konuya.

"Onlar ne?" dedi elindekileri mutfağa  bırakırken. Kutuyu kastediyordu.

"Ben-" dedim.

Tamamlayamadan cümlemi eğilip kutuya baktı.

Yüzünün çatladığını gördüm o anda. Sanki ruhunu çıkarıp da o kutuya koymuş gibi hissettim.

"Eşyalarım." dedi kısaca.

"Changbin-" dedim. Olayı yanlış anlamamasını söylemek istedim.

"Anladım ben." dedi sözümü keserek.

Yanlış anladığını söylemek istedim o an. Ama yapmak istediğim bu değil miydi?

Gitmesini istiyordum.
Defolup gitmesini.
Beni daha da mahvetmemesini istiyordum.

Ama mahvolan oydu sanki. Bakışlarındaki keder, yorgunluk sanki her şeyi anlatırcasına içime işliyordu.

Ben orada öylece kelimesiz kalırken dergileri çıkarıp sehpaya bıraktı.

"Yanlış koymuşsun heralde." dedi gülmeye çalışıp.

"Bunlar benim değil."

"Senin." dedim.

"Senin yazıların onlar."

"Senin için yazdım ben onları." dedi anlık bir öfkeyle.

"Bilmiyor musun bunu?"

"Benimle tanışmadan önce yazdıkların da var." dedim saçma bir savunmayla.

"Onları da sana yazdım." dedi gözlerime bakıp.

"Hep sana yazdım. Seni tanımadan önce de."

Dedikleri beni üşütürken koliyi kucaklayıp dış kapıyı açtı.

"Kahvaltılık bir şeyler almıştım." dedi.

"Aç kalma."

Kapıdan çıkışıyla olduğum yere yığıldım.

Bazı şeyler bana ağır geliyordu taşıyamıyordum.

Tıpkı Roma'nın sahipsiz kalmış onca taslağı gibi.

Ben de onun yazdığı bir taslaktım orasından burasından karaladığı.

Changbin gitti. Ben de sadece ağladım.
•••

İçim yanıyor.

Roma. changlixWo Geschichten leben. Entdecke jetzt