Keşke çocuk kalsaydım

782 93 8
                                    

Ağır göz kapaklarımı binbir zorlukla kaldırabildiğimde bembeyaz tavan girdi görüş açıma. Yaşadıklarımın rüya olup olmadığını anlamam için etrafıma bakındım. Değildi. Hala Korayın odasındaydım ve hava karanlıktı. Duvardaki saat 00:15'i gösterirken ne kadardır uyuduğumu hesaplamaya başladım. On iki saatten fazladır uyuyordum.

Buradan hiç kalkmamayı diledim bir an. Çok sessizdi burası. Buradaki duvarlar üzerime gelmiyordu, benimle konuşmuyorlardı. Çıt çıkmıyordu kafamın içerisinde. Kabuslarım uyandırmamıştı beni ilk defa. Bu kadar uzun, derin ve kesiksiz uyumamıştım ne zamandır.

Bedenimi zar zor yataktan kaldırıp ayaklarımı sürüye sürüye dışarı çıktım. Evde kimseyi göremeyince tedirgin oldum ilk başta. Daha sonra balkonda oturan bedeni fark ettiğimde yanına ilerledim. Parmaklarının arasındaki sigarasıyla sandalyeye oturmuş dalgınca sokağı seyrediyordu. Onun bu çaresiz, ne yapacağını bilemez hali beni suçlu hissettiriyordu. Sessizce yanına ilerleyip yere oturdum. O kadar dalgındı ki beni fark etmesi uzun sürdü. Önce irkilse de, sonrasında gülümsemeye çalışarak gözlerini bana dikti.

"Uykucumuz uyanmış sonunda."

Tepki vermeden önümdeki demirlerin arasından dışarıyı izlemeye başladım. Apartmanlar arasında boğulmuş tenhalığa imrendim. En kalabalık şehirde, şu sokağın esip gürlediği kimsesizliğe kulak verdim. Kendimi dinledim.
Gözlerimse bana ayak uydurmadı. Rahatsız edici bir hisle yanımdaki bedene kaydılar. Üzerimdeki bakışlara karşılık vermiş oldum böylece.

Sigarasını dudaklarına götürerek derin bir nefes çekti ve uzun uzun üfledi. O kadar çok baktı ki bana, neredeyse kaçıp gidecektim. Birden yeni aklına gelmiş gibi,
"Betona oturma." Dedi hafifçe olduğu yerden kalkarak. Üzerine oturduğu minderi çekip bana uzattı.
"Al şunu."

Dediğini yapıp mindere oturarak rahat bir bağdaş kurdum. Elimi balkon demirlerinden birine sardım ve başımı da oraya yaslayıp sokağı seyretme eğlenceme geri döndüm. Bazen bu saatlerde balkonumda olurdum. Dışarı namına tek çıkabildiğim yer orasıydı. Hep çok geç saatler ya da çok erken saatlerde  yaşıyor hissederdim. Bazen alt katta yaşayan çiftin balkon sohbetine denk gelirdim, bazen sabahın köründe işe giden öğretmenin apartmandan çıkışına.
Ben dışında herkesi görür, benimki dışında her hayatı yaşardım. Eninde sonunda bir hayalet oldum çıktım. Küçük çocukların dilinde dolaşan perili evimde, kömürden bir hayalettim. Büyüklerin inanmadığı ama en az onlar kadar gerçek olan, tutuşmayı bekleyip kül olamayan bir hayalet.

Sızılı bir nefes aldım.
"Oğuz abi gelmeyecek mi?" Dedim gözlerimi bulundukları yerden çekmeyerek.

"Biraz zor gelir bugün. Gelirse birbirimize gireceğimizin farkında."

"Onun bir suçu yok ki ama. Sen de olsan varlığımı fark edemezdin. Kapının dışına bile hiç çıkmadım, ışıklarımı hiç açmadım. Fark edememesi çok normal."

Derince iç çekti. Bu konuya her geldiğimizde kızdığını görebiliyordum.
"Neden peki? Ne oldu annenle aranda? Yani seni bırakıp gidecek kadar ne olmuş olabilir aklım almıyor."

"Bilmiyorum." Dedim kısıkça. Biliyordum.

"Biliyorsun." Dedi o da duymuş gibi.
"Ama söylemeyeceksin."

Sessiz kaldım. Ne anlatabilirdim ki, ben zaten içimde bir yerlere anlatıyordum her gece. Kağıtlarıma anlatıyordum, yastığıma anlatıyordum, balığıma anlatıyordum mesela en çok.

Küçük akvaryumunda tek başına olmayı seven bir balığım var. Yemini asla eksik etmediğim, bana arkadaşlık eden güzel mi güzel bir balık. Hoş, kırmızı bir renge sahip. Bu aralar biraz soluk ve sessiz ama beni dinlemeyi hiç ihmal etmiyor. İkimiz de hep yalnızız. Belki o da bundan şikayetçi. Ben ona dert yansam bile onun derdini akıtacağı kimsesi yok. Hep durgun gibi. Mutsuzluk ona da bulaşmış sanki. Sürekli uzaktan izliyor. Muhtemelen içine atıyor.

Cafuné [boy×boy]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin