00.14

1.9K 221 87
                                    

Rüyalarıma giriyor uykuların
Uykularımdan girift rüyaların.
Sen, bin fersah uzaktasın
Ben bin yıl ötede...
Haydi sabah olunca unutacağım şiirler söyle.
Seni, sil baştan yazabilirim böylece
M. E.

Bazen biz insanlar zamanın nasıl geçip gittiğini anlayamayız. O geçmeyen saniyeler bir şelaleden akarcasına yada güneş ışıklarının yeryüzüne inme hızında yok olup gidiyor. Şaşırıp kalıyoruz. Bizi nereye getirdiğini anlayamıyoruz. Göz yumup açıncaya kadar yok olan bu görünmez şey bizi bir noktadan başka bir noktaya koyup "benden bu kadar başının çaresine bak" diyip gidiyor. Ne yapacağımızı şaşırıyor aptallaşıyoruz.

Yoonginin lafına inandım. Birde ona ek şu yenemediğim insanları merak etme özelliğimde olunca saçmalamıştım. Neler dediğimi ancak jungkookun tepkisiyle anlayabilmiştim. Bazen jetonun düşmesi için birinden tekme yemem gerekiyordu.

Kapının açılması ile küçük zilin sesi içeride yankılandı. Bir çocuk ısrarla babasına orman meyveli dondurma istediğini söylüyordu. Babası her defasında ona biliyorum dedi ve siparişi verdi. Oturduğumuz yerden görünebilen sokağın başındaki minik süs ağacının yaprakları hafifçe esen meltemde dans ediyordu. O anda çığlık yankılandı oturduğumuz masadan dükkanın içine doğru. Küçük çocuk bile susmuş ve bize garipçe bakıyordu. Taehyung heyecanla yerinden fırlayarak bağırmıştı. Kocaman gülümsedim. Komik biriydi. Tepkilerini benden bile fazla gösteriyordu.

Jungkook pencereye çevrilmiş başını hemen yanındaki sandalyede oturan bana çevirdi. Bakışlarından ve yüzünde ufacık bir mimik dahi olmayınca aklından ne geçebileceğini düşünemedim. Bir kaç dakika sanırım ciddi olup olmadığını kontrol etmek için gözlerime baktı. Çok hafif bir şekilde dudaklarımın kenarı belli belirsiz kıvrıldı. Bakışlarını benden alıp geriye doğru giden sandalyesini düzelten Taehyunga çevrildi. Taehyung kıpır kıpır rüzgarda savrulup duran bir kuş tüyü misali yerinde duramıyordu. Sandalyesini eski haline getirince hızla oturdu.

"Beni ne sanıyorsunuz? Sizin bu aptal oyununuza katılacağımı falan mı?" Sesi o kadar soğuktu ki yediğim dondurma bile onada sıcak kalırdı. Alayla kıvrılan dudakları bir kaç saniye yerinde saydıktan sonra tekrar açıldı.
"Benim hayatım. Benim kararlarım. Ve benim kalbim. Ne yani bu saçmalığa koşa koşa gidecek birimiyim sizce? Aptal mısınız? Bir deli söylüyor diğeri ise inanıyor." Bir anda kaşları çatıldı. Öyle sinirle baktı ki taehyung kendini toparlamak zorunda kalmıştı.
"Sen! Bundan vazgeç. Bir daha yazmayacağım dedim sana. Bunu anla artık!" Sonra bana döndü ve sandalyenin oturduğum kısmından tuttu ve beni kendine doğru çekti. Gözlerim kocaman açılmıştı. Heyecandan mı yoksa korkudan mı bilemiyorum ama kalbim delicesine atıyordu. Kendi sandalyesiyle benimkinin arasında bir karışlık mesafe kalınca durdu ve sırt kısmından tutup bana doğru eğildi. Ne yaptığını bilemez bir halde kocaman gözlerimle ona bakmaya devam ediyordum. Birden bire ne olmuştu ona böyle.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp bana baktı. Gözleri yüzümün her noktasına dokununca garip olmuştum. Ne yaptığına dair ufacık bir fikrim dahi yoktu.
"Sana gelince.. Sen kabul ettin diye ben bunu yapacak mıyım? Sana bu duyduklarını unut diyorum sen gelmiş kabul ediyorum diyorsun. Kimsin sen? Benden ne istiyorsun bilmiyorum ama.." Gözleri ellerime kaydı. Sonra onun elini benimkinin üzerinde hissettim. Tuttuğu elimi alıp kalbinin tam üzerine koydu.
"Sen olmadığının kanıtını ben sana sunuyorum." Bu sefer ne dediğini anlamıştım. Kalbinin heyecanlanmadığını, normal halinde atmaya devam ettiğini bana gösteriyordu. Bu bana yaklaştığı halde olmadığı için o kişinin ben olmadığımı söylüyordu. Tuttuğu elimi bıraktı. boşluğa düşmüştü elim. Jungkook oturduğu yerden kalkıp Taehyunga baktı. Sonrada bana. Tek kelime bile etmeden afkasını döndü. biz onun ne demek istediğini anlamıştık. Hızlıca kapıdan çıktı ve o süs ağacının olduğu yerden sağa dönerek gözden kayboldu. Ben ise o nasıl bıraktıysa öylece duruyordum.

00.00 (zero oclock)/ jeon jungkook Where stories live. Discover now