82- Cilve

3.4K 173 68
                                    

Karşımızdaki insanın ağzından duymak istediklerimizin dökülmesine hasret kalırdık. Ben de öyleydim. Onun söyleyeceği her şeyi içime hapseder, kendine saklardım. Bu defa öyle olmadı. İstediklerimi duymamıştım. İstediklerimi okumuştum.

Minikşe. Beyaz kağıdın üzerinde duran bu kelime sanki onun dudaklarından dökülmüş de kağıda bal olarak damlamıştı. Kendimi kaybettiğim ilk zamanlarda beni onda bulmuştum. Tıpkı dün ağacın altında okuduğum bu güzel kelimede kendimi bulduğum gibi.

Mektuplarımızı sessizce değiş tokuş edip okuduğumuzda içimin kıpırtısını duymasından çekinmiştim fakat hiçbir şey olmadan oradan kalkıp çiftliğe geldik. Hiçbir şey olmadan! Kağıt kalemi elimden alıp beni ağacın altına boylu boyunca uzatmamıştı. Hem öyle yazıyor hem de...

Gülümsedim. Dediği kadar vardım. Sapıklığım iş başındaydı. Gece birlikte uyumadık. Ne yaptığımızı anlamıyordum. Onun da bir fikrinin olmadığının farkındaydım.

Yazdığı sözlerde beni mutlu eden bir sürü şey vardı. En önemlisi adımın anlamını bilmesi... Adımın anlamını bana soran ilk kişi Ali iken anlamını öğrendiğim kişi gecemin sahibi olmuştu. Yoksa Ali ile konuşurken bizi dinlemiş miydi? Başımı sallayıp yeniden gülümsedim. Düşüncesiz değildi. Aklımdakileri her defasında merak etse de çoğunu tahmin edebiliyordu. Hele yağmur meselesi... İlk ıslanışımızı onu terk ettiğim akşam diye bilsem de beni şaşırtıp bambaşka şey söylemişti. Çiçek olsam sende solmak isterim. Doğruydu. O gün küçük küçük çiseler bizi sarmalamıştı. Gecemin sahibi fazlasıyla hatırı kuvvetli biriydi. Beni adeta geri püskürtmüştü. Tişört konusunu açsa da hâlâ tişörtümü ne yaptığını söylememişti.

Yazıda ona burnunda tütmediğimi açık açık ifade ettiğimde o bana kül olmaktan bahsetmişti. Hep aynı şeyleri düşünüyorduk. İkimiz de ateşler içerisindeydik. Birbirimize kavruluyorduk. Ama baskın inadımız bizi buralara kadar sürüklemişti. Sürüklerken yara bere içinde kalıp daha sonra da birbirimizin merhemi olacağımızı biliyorduk.

Tek bir tebessümü kanlı derimi tazeleyip içindeki acımı söküp atıyordu. Sakinleştirici gibiydi. Yaşadıklarımın hiçbiri kolay değildi. Bu kadar şeyden sonra hâlâ hayatta oluşum mucizeydi. O olmasa kim bilir nerelere sürüklenir, kim bilir hangi insanlar karşıma çıkardı. Belki de aklımı yitirirdim.

Labirentin içinden beni çıkarabilecek tek kişimdi. Lakin beni çıkarmasını istemiyordum. Labirentte kendi yönümü bulmalıydım. Ama her adımıma ışık tutacağından emindim. Karman çorman duvarlar arasında yere yansıyan gölgemin o olacağını biliyordum.

Güneş ışığı odamın içine kendini ufaktan ufaktan sığdırmaya başlarken saat sabahın altısına geliyordu. Erken kalkmıştım ya da uyumamıştım. Bedir'in yazdığı mektubu sürekli okuyup durmuştum. Bütün gece ağzımın kulaklarımda olması yetmiyormuş gibi hâlâ sırıtmaya devam ediyordum. Kendime müdahale edemeyip, dudaklarımın yüzümde daha da yayılmasına izin verip başımı karnıma indirdim.

"Uyandın mı Arkadaşım Bebek? Yoksa sen de benim gibi geceden kalma mısın? Aslında ben hâlâ o ağacın altında kalmayım." Usulca karnımı okşadım. "Arkadaşım Bebek. Bedir'le mektuplaştım ama sanki bir şeyleri ona eksik iletmişim gibi. Onu ne kadar çok sevdiğimi ona anlatamadım. Seni bile doğru düzgün konuşamadık. Daha doğrusu yazamadım." Karnımı okşayan elim duraksadı. "Bir de öyle bir şey öğrendim ki senin hakkında. Sorma hiç." Dudaklarımı içe doğru bastırıp gözlerimi pencereden dışarı çevirdim. "Babanın seni benden öğrenememesinin asıl nedeni Berat değilmiş. Daha doğrusu Berat'mış da bizim bildiğimiz şekilde Bedir'e yetiştirmemiş." Susup gözlerimi kırpıştırdım. Gece mektubumu Arkadaşım Bebeğe defalarca okumuştum. Neden aynı şeyleri tekrarlıyordum? Aklımı başımda hiç bırakmıyorsun, gecemin sahibi. "Her neyse arkadaşım. Dediğim gibi olmuş. Berat'a özür borcum var. Odasını da mahvetmiştim zaten. Hatta o gün boynumda unuttuğum madalyonu bile hâlâ bende."

MİNİKŞE (Kitap Oluyor)Opowieści tętniące życiem. Odkryj je teraz