twenty two

2.5K 318 40
                                    

Oturduğu masanın başında, elindeki dosyadaki rakamları incelerken tıklatılan kapısı ile başını kaldırdı, kendisine ait bir oda beklemiyordu asla

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

Oturduğu masanın başında, elindeki dosyadaki rakamları incelerken tıklatılan kapısı ile başını kaldırdı, kendisine ait bir oda beklemiyordu asla. Sadece beş kişiden oluşan ajans yönetim birimindekilerden biriydi sadece, Yoonha içeri girerken ona gülümsedi, kapıyı arkasından kapattı ve gözlerini Jungkook’a dikerek beklemeye başladı. Birinin gözlerini bu şekilde kendi üzerine sabitlemesinden her zaman rahatsızlık duyardı, ‘’Bir sorun mu var?’’ diye sorarken bir an önce gözlerini çekmesini ve başka yöne bakmasını diliyordu içinden. ‘’Kendime kahve yapacaktım, siz de ister miydiniz?’’ Başını salladı, teşekkür etti ve Yoonha arkasından çıkarken rahat bir nefes aldı. Bugün işte ilk günüydü, sabah geldiğinde Bay Park onu bu odaya yönlendirmiş ve bir önceki pazarlama çalışanının yaptığı hataların olduğu kocaman dosyayı kucağına bırakmıştı. Yaklaşık iki saattir sorunun ne olduğunu anlamaya çabalarken Saerom, Dokyeom ve Mingi ona iyi dileklerde bulunmak için gelmişlerdi. Taehyung sabah kendisini aramış, her şeyin güzel olacağını fısıldamıştı, bugün yayını olmadığı için ortalarda görüneceğini sanmıyordu. O yanında olsa belki daha iyi hissedebilirdi kendini. Telefonu çalmaya başladığında bakışlarını dosyadan çekerek telefonuna indirdi, ekranda yazan numarayı tanımıyordu ve tereddüt ile telefonu kulağına götürdü. ‘’Jeon Jungkook.’’ Duyduğu ciddi fakat neşeli bir tonlamaya sahip ses ile yerinden fırladı, ‘’Namjoon hyung?’’ diye sorarken arkadan gelen kahkaha ile gülümsemesi büyüdü. ‘’Nasılsın bakalım?’’ Yerine yeniden otururken sandalyeyi öne doğru çekti. Telefonu tuttuğu kolunun dirseğini masaya dayadı, diğer eliyle saçlarını dağıtırken, ‘’Seni özledim, hyungie. İyiyim, sen nasılsın?’’ diye sordu karşı tarafa. Boşta olan eline bir kalem alarak oynarken heyecandan ne yapacağını bilemez haldeydi. ‘’İyiyim, bu akşam işin yoksa her zamanki yerde buluşalım.’’ Onu neşe içinde onaylayarak telefonu kapatacağı sırada Yoonha kahvesini getirmişti.

Onu mutlu eden çok faz şey vardı; hayatı tamamen trajedilere sahip olmasa da kolay olduğu da söylenemezdi ve bazen gerçekten gülmeyi unuttuğu günler olurdu. Namjoon hyungu üniversitede üç yıl boyunca yarı zamanlı çalıştığı kafenin sahibinin oğluydu, tıp okumuştu ve Jungkook’a dersleri konusunda da hayat konusunda da her zaman yardımcı olmak için elinden geleni yapmıştı. Bir dönem abisi olarak gördüğü çocuğa karşı duyduğu hayranlığı kendi içinde sorgulayacak duruma gelmişti ama o abisiydi, hisleri büyük bir sevgiden öteye gitmiyordu. Kapı yeniden çalındığında Yoonha içeri elinde kocaman bir papatya demeti ile girdi içeri, ‘’Bunlar size gelmiş, Bay Jeon.’’ Diyerek masanın üzerine bıraktı, her bir tanesi özenle seçilmiş gibi duran demet mor bir kurdele ile bağlanmıştı ve açık mor renkteki bir kart kurdelenin arasına sıkıştırılmıştı. Kartı parmakları arasına aldı, kapağını geriye doğru açtı ve nerede görse tanıyacağı el yazısı ile karşılaştı.

‘’Şu andan itibaren sana iyi gelecek üç şeyi düşün,
Sıcacık rüzgâr, güzel hava ve pencerendeki ben,
Söylemiştim sana
Sadece karanlık çöktüğünde parlaklığı görebileceğini
Parlak yıldızların toplandığı yerde seni bekliyor olacağım.
Winter Bear’den, Bugs Bunny’ye…’’

nighttime walk | taekookWhere stories live. Discover now