letter 10 //

416 60 22
                                    

04.11.14
" Güzel Melanie'm, 

Lütfen artık gözlerini aç. Gerçekleri gör ve onlara inan. Hayallerinden fazlası olmak istiyorum.  Lütfen bebeğim, beni dedikleri gibi deli olmadığına inandır. Boşluktaki gözlerinde her geçen gün kahrolmak beni yoruyor. 

Lütfen Mels, lütfen. 

Ashton. "

 Ellerim titreyerek mektubu Dr. Rickard'a uzattım. Koltuğunun yanındaki sehpadan gözlüğünü aldı ve burnunun ucuna geçirdi. Tavandaki avizeden yansıyan ışıkla parlayan camların arkasındaki gözleri satırlar arasında bir süre gezindi. Derin bir nefes alıp dudaklarını aralamadan önce yüzü buruşmuştu. 

" Yani bunu sana Ashton verdi? " Sorusuna hızla başımı salladığımda dudaklarını dişliyordu. En sonunda mektubu bir kenara bırakarak ellerini birbirine sürtmeye başladı. 

" Son zamanlarda Michael ile görüştün mü? " 

" Ne? Bu da ne demek? Size ölü arkadaşımın bana bir mektup yazdığını söylüyorum ve siz siktiğimin Michael'ını mı soruyorsunuz? " 

" Michael'a sinirli gibisin, gelmiyor değil mi? " Yerinden kalktı ve hızla masasına yöneldi. Çekmecesinden çıkardığı bir not defterine bir şeyler karalarken onu izledim. Haklıydı, Michael uzun süredir beni ziyarete gelmiyordu. Ona ulaşamıyordum. En ihtiyacım olduğu anda yer yarılmış ve içine girmişti sanki. Derin bir nefes alarak doktoru onaylayan bir şeyler mırıldandım. Not defterini bir kenara bıraktıktan sonra başka bir defter aldı. Bir şeyler karaladığı sayfayı kopardıktan sonra üzerine masada duran kaşeyi bastırdı. 

" Bugünlük bu kadarı yeterli hayatım, ilaçlarını almayı unutma. Ve seninle iki gün sonra görüşürüz. " Elime artık reçete olduğunu anladığım kağıdı sıkıştırdığında yüzümü buruşturarak oturduğum yerden kalktım. Artık gerçekten bilemiyordum. Buraya ait miydim gerçekten? Deli miydim? Değilsem bile kesin bir bilgim vardı ki tüm bu olayların devamı beni delirtecekti. Kapıya doğru ilerlerken bana sevimli bir gülümseme göndererek el salladı. Ona sahte bir tanesi ile karşılık verdim. Kapıdan çıktıktan sonra doğrudan Dr. Rickard'ın asistanına ilerledim. İki gün sonrası için bir randevu aldıktan sonra ise hastaneyi terk etmek için alt kata yöneldim. Hemen eve gitmek istemiyordum bu yüzden bir süre temiz hava eşliğinde oyalanmayı seçtim. 

Yaklaşık bir saatin sonunda eczaneye uğrayıp ilaçlarımı almış evin yolunu tutmuştum. Evin yakınındaki parkta oturduktan sonra kalem ve bir kağıt çıkardım. Yeni mektubum için bir hitap ararken onu gördüm; karamel bukleleri hızlı adımlarına ters yönde esen rüzgarda dans ediyor, mimikleri sürekli farklı bir şekil alıyordu. Tenine yapışmış siyah pantolonuna rağmen büyük adımlar ile ilerliyordu. Beni fark etmediğinde ona seslenecektim fakat adımlarının hedefinin bizim evimiz olduğunu anladığımda dudaklarımı kapalı tuttum. Görüş alanımdan uzaklaştıktan sonra hızla eşyalarımı toparlayarak onun peşinden gitmeye başladım. Onun aksine yavaş adımlar atıyordum ki beni fark etmesin. Gerçi, gerçekliğinden emin olmadığım birinin beni fark etmesi veya etmemesi ne kadar mümkündü bilmiyordum. Birkaç dakika sonra evin önüne ulaşmıştım. Onun çoktan içeride olduğunu varsayıyordum çünkü içeriden birçok bağırınma sesi geliyordu. Çoğu anneme aitti. Yine de onun birkaç titrek cümlesini duyabiliyordum. Kapıya biraz daha yaklaştım. Yaptığımın ne kadar ayıp olduğunu bilsem de kulağımı kapıya dayadım ve onları dinlemeye başladım.

" Ashton! Bunu nasıl yapabilirsin? Ona aklını karıştıracak mektuplar göndermemeliydin! " annemin sesi öfkeli ve aynı zamanda kırgın geliyordu. Ne yani Ashton gerçekten yaşıyordu ve benden gizliyorlar mıydı? Kollarım arasında ölümünü izlediğim çocuk nasıl yaşardı? Büyük bir şaşkınlıkla kapıya biraz daha yaklaştım. Gözlerim şimdiden buğulanmıştı. En sonunda Ashton'ın sesini duydum. Ağlıyor gibiydi çünkü bazı kelimeleri titrek nefesleri arasında kayboluyordu. 

" Tabi böyle söylersiniz.. Ölü sandığı kişi siz değilsiniz. O hala sizin kızınız, size hala anne diyor! Benden ise korkuyor. Ölü olduğumu düşünüyor. Beni toprağa gömdüğüne dair mektuplar bırakıyor olmayan mezarıma. Ama siz tabi böyle söylersiniz çünkü acı çeken siz değilsiniz! " 

" Sakın, genç adam! Sakın bana acı çekmediğimi söyleme! " Annemin cümlesinden sonra içeriden bir şeylerin devrildiğine dair gürültüler geldi. İnanamayarak kapıya daha da sokuldum. Bacaklarım vücudumu taşıyamadığında yavaşça sert zemine çöktüm. Daha ne kadar şok olabileceğimi düşünüyordum ki duyduklarım beni olduğum yere çiviledi. 

" O acı çekerken ve bu hastalıkla boğuşurken benim neler yaşadığımı bilmiyorsun Ashton. İyileşmeyeceğini neden anlamıyorsun? Doktorlar çoktan şizofreni tanısını koydular, onun için her şeyi neden zorlaştırıyorsun? " 

" O hasta değil! Sadece son zamanlarda kötü hissediyor! " 

" Hasta olduğunu biliyorsun Ashton. Başından beri biliyorsun. Michael ortaya çıktığından beri hepimiz onun sorunları olduğunu biliyorduk! " Annemin cümleleri beynimde çınlıyordu. Ne demek istiyordu? Gerçekten hasta olamazdım değil mi? Hasta değildim, şizofren değildim işte. Michael gerçekten vardı. O benim yıllardır arkadaşımdı. 

" Hepimizin hayali arkadaşları olmuştur.. " Ashton'ın çaresiz sesi tekrar duyulduğunda avuçlarımla gözlerimdeki yaşları silmeye çalıştım. Fakat asıl fırtına annemin sözlerinden sonra gelecekti.

" Öyle olmasını istemediğini biliyorum Ashton, inan hiçbir anne kızını bu halde görmek istemez. Ama gerçek bu, kendine uzun süre önce yeni bir dünya yaratmaya başlamıştı ve şimdi onu yaşıyor. Michael adında bir arkadaşının olduğu ve senin ölü olduğun bir dünya. Bırak artık. " 


evet uhm bayadır güncellemediğimin farkındayım ve artık zamanı gelmişti
her şeyin ortaya çıktığını ve kafanızdaki soru işaretlerinin gittiğini düşünüyorum

bir sonraki bölüm final olabilir ya da ondan sonraki çünkü artık olaylar ortaya çıktığına göre finali patlatmanın zamanı geldiii

eğer hala bu hikayeyi hatırlayan varsa yorumlarınızı bekliyorum
sizi seviyorumxx

insane + a.iWhere stories live. Discover now