Karartı

6 0 0
                                    

Tam yeşil diyemeyeceğim bir renk bu. Nasıl desem... Biraz açık turuncu ve çürük bir yeşilin karışımı. Her yerde! Usulca ağlayan duvarlarda, yorgunluktan pes etmiş zeminde, korkmuş ayakkabılarımızda, hiçliği hisseden bedenlerimizde, hatta kimin neden aldığını bilmediğimiz o gizemli mobilyalarda. Biraz katı bir kıvamda fakat yavaş yavaş akıyor. Bir yerlere gitmek istiyor. Sessiz ve insanı çeldirmeye gücü olan bir ses tonunda usulca yalvarıyor. Bizimle bir olmak, son günlerimize kadar eşlik etmek istiyor. Farklı hareketler yaparak daha fazla akmaya çalışsa da nafile. Evin renksizliğine, renksizlikten daha kötü bir renk attı. Tıpkı bir leke gibi... Fakat bu leke bildiğimiz lekelere benzemez. Ölümün kokusunu burnunuzdan alabildiğiniz, silmeye bile cesaret edemediğiniz lekelerden. Tabii herkes bu tür lekelere rastlamaz, rastlamamalıdır da. Genelde ölümle dans edenlerin karşısına çıkar. Belki de o zaman akıllanırlar... Ölümün bedenini ele geçirmiş olduğu adam, birden kendi yarattığı vanitasın içine düştü. Gözlerindeki o kıvılcım kadar olan yaşam son kez baktı dünyaya. Belki de ilk defa sorguladı beyni. İlk ve son kez... Son nefesini kusmuğunun içinde, hiç fark etmeden yavaş yavaş verdi. Yüzünden belli olan o feci acı, bu adam için şimdilik son buldu. Öylece yerde yatıyor solgun, ruhsuz bedeni. Biz ise etrafında, sadece kusmuğa ve adama bakıyoruz. Şimdi ise bizim ruhlarımız, korkudan bizi terk etmek istiyor. Herkesin gözlerinde farklı imalar, farklı bakışlar var. Fakat hepimizde kesin olan tek şey korku. Herkes korkusunu farklı yansıtsada, korkunun kirli eline düştükleri her şekilde anlaşılıyor. Adam, dairenin içine girmeden birkaç saniye önce neden o kapı sesine kulak asmıştık ki? Meltem, göz yaşlarını bir türlü tutamıyor. Üzüntü ve korkunun vermiş olduğu bu tırsak göz yaşları yavaşça pembe yanaklarından süzülüp gidiyor. Çisem zaten kendine değil, ne zaman eski haline dönecek hiç bilmiyoruz. Can'ın bacakları titreyip duruyor. Bende hiç kendimde değilim. Yüzüme kadar gelmiş kusmuğun verdiği psikolojiyle hala nasıl ayaktayım bilmiyorum. Gözlerimizi kusmuğunun içinde ölmüş adamdan alamıyoruz. Zaten bir önceki yerin bize gösterdiklerinden dolayı kötü olmuşken, şimdi iyice kaybolduk. Belki de deliriyoruzdur. Bu gördüklerimizin gerçek olmasından çok deli olmayı tercih ederim. Hatta sadece ben değil, hepimiz tercih ederiz. Uzun bir süre ölümün içine baktıktan sonra aniden bir kapı kapanma sesi duyduk. Kafalarımızı korku ile çevirdik. Başka bir hastanın gelmiş olması bizi deli gibi ürkütüyor. Fakat ne başka bir hastadan, nede Alev, Enes ve Batu'dan iz var.

-Ciddi olamazlar.

dedi sinirli bir şekilde Can. Hepimiz aynı fikirdeyiz. Can'a bakmadan durgun bir şekilde başımızı sallayarak dediğine onay veriyoruz. Konuşmuş olduğumuz her şey bir anda aklımızdan uçup gidiyor. Ne kadar gitmelerine izin vermiş olsakta, şuan aynı düşüncede hiç değiliz. Belki de adamın yerde ölüsünü görmekten dolayı bambaşka şeyler dedik. Bu gördüğümüz sadece bir tanesiydi. Onlar kim bilir dışarıda neler ile karşılaşacak... Üzücü olmasının yanında bizi aynı zamanda küplere bindiren bir durum. Ne diyeceğimizi, ne yapmamız gerektiğini hiçbir şekilde bilmiyoruz. Hala ayakta, aynı şekilde duruyoruz. Salona iğrenç bir koku hakim olmaya başlıyor. Ölümün kokusu gerçekten bu kadar kötü olabilir miydi? Gözlerim neden doluyor hiç bilmiyorum. Aniden yaşlar akmaya başlıyor. Ağzım açıkta, öylece bakıyorum etrafa.

-Onlar gelene kadar böyle duramayız.

dedi Meltem titrek bir sesle. Çisem salondaki koltuğa uzanmaya gidiyor, bizimle hiç iletişime geçmiyor. Ne bir konuşma, ne de bir göz teması...

Can, ben ve Meltem birbirimize bakıyoruz. Üstlerimizde ne kadar kusmuk var, ona bakıyoruz. Ayakkabılarımızdan ta yüzümüze kadar... Resmen ölümle kaplanmışız. Titrek adımlarla koltuğa doğru ilerliyoruz. Herkes adama bakmamaya özen gösteriyor. Başımız dönüyor, bütün gücümüz bizi terk ediyor. Sanki sonumuz gelmiş gibi. Koltuklara oturuyoruz. Ne bir his, ne bir canlılık. Ortalıkta onlara benzer hiçbir şey yok. Perdeler kapalı, pencere kapalı. Zaten kurallardan birini ''tekrar'' çiğnedikleri için üstüne eklemek istemiyoruz. Şu koku bile bizi öldürmeye hayli yeter. Kimse göz teması kurmuyor, başka yerlere bakıyoruz. Leş olmuş yere, yamulmuş televizyona, duvara asılmış bir tabloya... Birbirimize bakmaya bir türlü cesaret edemiyoruz. Bizimde yerdeki adamdan çokta bir farkımız kalmadı aslında. Biz nefes alıyoruz o kadar. Büyük, korkutucu sessizliğin içinde boğulmamak için mücadele veriyoruz.

-Ada...

Çisem, gözleriyle bir şeyler anlatıyor. Büyük bir dehşet içinde olduğu sesinden bile anlaşılıyor. Farklı rüzgarlarda esen kafalarımız aniden Çisem'e dönüyor. Sol eli havada, işaret parmağı ile beni gösteriyor. Gözlerini hiç bu kadar büyük görmemiştim. Kara delik gibi içine alıyor bizi gözleri. Can ve Meltem'inde bakışları bana dönüyor. Hiçbir ses, kelime yok. Gözlerimiz anlatıyor her şeyi. Deli gibi titreyen sağ elimi yavaşça kaldırıyorum. Çisem'in gösterdiği yere götürüyorum korkan işaret parmağımı. Yüzümü gösteriyor, istemesemde değiyorum. Yüzüme dokunuyorum, sırılsıklam. Ter olduğunu düşünen zihnimi parmağım yanıltıyor. Parmağım o çürük yeşil ile kaplı. Bütün yüzümde var... Onlara bakıyorum. Yüzlerinde hiçbir şey yok. Daha da titremeye başlıyorum. Şuracıkta hemen ölmeyi umuyorum. Yüzümü yıkayacak suyumuzda yok, nasıl olsun... Sadece gözlerimizle anlaşıyoruz. Sakinleşmeye çalışıyoruz. Şimdi bende Veba var mı, yok mu... Sormak istemediğim fakat sormak zorunda olduğum şey bu. Can aniden yerinden kalkıp odalardan birine gidiyor. Ayak sesleri biraz farklı geliyor kulağıma. Her şeyi unutmuş gibiyim. Sahiden böyle mi ses geliyordu? Çok uzun bir süre geçmeden Can'ın ayak sesleri daha fazla gelmeye başladı. Yakınlaşıyor, geri geliyor. Elinde bir tişört var. Bana masum gözlerle bakıyor, önüme geliyor yavaş yavaş.

-Bununla sil yüzünü.

diyor üzgün bir şekilde. Korkmadan uzatıyor tişörtü. Ürken ellerim zar zor alıyor. Yavaşça silmeye başlıyorum. Sanki silinmiyor, hala yüzümdeymiş gibi hissediyorum. Can yerine oturdu, öylece yere bakıyor. Meltem ise hala ağlıyor, hemde hiç ses çıkarmadan. Hiç iyi değilim. Bu durum, midemin bulanmasına sebep oluyor. Yoksa bende mi Veba kaptım... Ya da psikolojik mi? Bütün bu cevabını bilmediğim ciddi sorular, benden yavaş yavaş ısırık alıyor.

-Sizde duyuyor musunuz?

dedi Can dikkat kesilmiş bir şekilde. Kulaklarımızı açtık, dikkatle dinlemeye çalışıyoruz. Evet, duyuyorum! Bir sesler duyuyorum fakat tam olarak ne olduğunu bir türlü kestiremiyorum. Bütün dikkatimi tamamen sese çevirmeye çalışıyorum. Odada kimse ses çıkarmıyor, yutkunmuyor bile.Ses daha da netleşmeye başladı. Bir değil, birkaç kişinin sesi bu.

-Bunlar bizimkiler olmasın!

dedim. Telaşım iki katına çıktı. Sadece benim değil, hepimizin telaşı arttı. Pür dikkat dinlerken içimizden onlar olmaması için yalvarıyoruz. Her saniye ses daha da netleşiyor, bizim yakınımıza geliyorlar. İşte sonunda tamamen net bir şekilde duyabiliyoruz.

-Yardım edin!

-Dayanamıyorum, lütfen bir şeyler yapın!

Yardım dilenen sesler kulağımızın içine işliyor. İstemsiz gözlerim doluyor. Umarım arkadaşlarımız değildir diye düşünüp duruyorum.

-Merak etmeyin, bu onlar değil. Onların sesine hiç benzemiyor. Ayrıca kapmış olsalar bile bu kadar hızlı bir şekilde kötüleşemezler.

dedi Meltem ağlayarak. Neredeyse aynı zamanlamalar ile hepimiz çok büyük bir iç çektik. Bütün o pis kokuyu içimize işledik. Bu konuda rahatlamış olsak bile, bizi delirtmeye yetecek bir sürü başka şeyin içinde duruyoruz. Tam arkamda ölü bir adam yatıyor. Sanki bir anda kalkıp bana değecekmiş gibi hissediyorum.

N e kadar zaman geçti hiç bilmiyorum. Belki 3 saat, 5 saat. Ölü adam yavaş yavaş çürüyor. Her saniye koku daha da artıyor. Şuan herkes kendi içinde. Neler olacak, ne yapmalıyız... Bir sürü soru kafalarımızı şişiriyor. Artık buradan gitmek ve bir daha görmek istemiyorum. Gözümü her kapadığımda, adamın yerde yatan yüzünü görüyorum. Veba yüzünden oluşmuş yaralı, kusmuklu yüzünü. Acı çekmekten bembeyaz olmuş tenini... Bu kabus derhal son bulmalı. Bizimkiler hala ortada yoklar. Kendimizi veli gibi hissediyoruz desem yalan olmaz. Başlarına bir şey gelip gelmediğini düşünmekten bıksamda devam ediyorum. Kendi içimizde boğuştuğumuz bu ölümün tam ortasında bir şeyler olmaya başlıyor.

-Gidiyoruz!

diye bağırdı Meltem. Ne kadar korkusu olsa da, buradan gitmenin rahatlığını da hemen üstüne alıyor. Her yer sallanıyor. Artık bu sallantıdan hiç korkmuyorum. Alıştım... Şuan baskın olan tek düşüncem, daha kötü bir yere gitmek istemememin düşüncesi. Yine kararıyor, yine bambaşka bir yere gidiyoruz.

ViparyayaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin