BÖLÜM 3

2.9K 350 158
                                    

Her şey o kadar hızlı gelişiyordu ki yüreğim pırpır etmekten havalanacaktı. Daha tanışmamızın üstünden iki hafta geçmişti ki gelip beni istemişler, bir hafta sonra yüzükleri de takmıştık. Artık nişanlıydım, adı konmuştu rahatça görebilecektim Nedim'i. Her günüm her dakikamda o vardı. Bugün bir ay olmuştu nişanlanalı ama onsuz bir günüm dahi geçmemişti. Her gün işe gitmeden karşılaşır yol boyu sohbet eder çıkışlarda da birlikte zaman geçirirdik. Evimizin hayalini kurar, yapacağım yemeğin et mi sebze mi olacağını bile tartışırdık.

Düğünümüz için gün saymak yeni hobim olmuştu. Bahar gelini olacaktım. Uçuş uçuş uzun duvaklı, gövdesi Fransız danteli üstüne küçük beyaz inci detayları olan, kuyruklu bir gelinliğim olacaktı. Hayallerimin gelinliği için mahallemizin terzi teyzesi Nermin Hanım'dan sözünü almıştım bile.

Nazan Altındağ olarak son aylarımın tadını çıkarmalıydım. Ailemle vakit geçirmek en büyük vazifem olmalıydı son aylarda. Sonra ki yaşantım Nedim Şencan'ın eşi Nazan Şencan olarak evine bağlı, annemden öğrendiğim ev kültürü ile geçecekti. Çocuklarım olacak ama onları istedikleri gibi yetiştirecektim, kitap okumalarına karışmadan. Her akşam soframda ki sevgi dolu yemeklerimle Nedim'imi karşılayacak, âşık olduğum adamın ağız şapırdatma sesini bile en sevdiğim şarkının en güzel melodisi olarak dinleyecektim.

Masal tadında heyecanlar yaşadığım ilk aşkım, ilk saflığımla kendimce kurduğum hayallerimi gerçekleştiriyordum. Sırada ki hayalimin mekânı ise şehrin âşıklarının gürültüden uzak buluşma yeri olarak seçtiğim Giresun kalesiydi.

"Nedim ne iyi ettik de geldik buraya. Hep ailemle ya da mahalleden komşularla gelirdik burada pikniğe. Kalenin hiç bu kadar güzel olduğunu fark etmemişim daha önce. Şu yıllara meydana okuyan heybetli ağaçlar, surlardan izlediğimiz deniz manzarası bile ayrı güzel bugün. " dedim.

Nedim bir yandan gözlerini bez örtüdeki yemeklerden alamıyor bir yandan ise ağzı dolu bir kalabalıkla bana cevap vermeye çalışıyordu.

"Sen varsın Nazan'ım ondandır bu güzellik, böreklerde çok güzel olmuş ellerine sağlık."

"Börek mi? Afiyet olsun."

"Evet, börekler harika olmuş, dolmadan bahsetmedim bile. Şunları bir bitireyim de seni bir yere götüreceğim."

"Nereye? Kaçıracak mısın yoksa beni? "

"Kaçıramam bohçanı almamışsın, birkaç ay daha bekleyeceğiz mecbur. "

Şen kahkahalarımızın ardından pikniğin mutluluk veren tarafını keşfetmiştim. Önceden pikniğe buraya geldiğimde yaptığım tek şey mahalle çocuklarına bekçilik etmek ya da su taşımak olurdu. Oysa şimdi sevdiğim adam ve ben bir ağacın gölgesinde yaşadığımız saadetin huzuruna ermiştik. Şehrin mavi ile yeşil siluetini mutluğun resmi olarak zihnime hapsetmiştim.

Piknik faslını bitirip Özgürlük Yolu'na döndüğümüzde şaşırdım. Hep gitmek istediğim ama benim için yasaklı bölge olan yere girmek heyecanlanmama sebep olmuştu. Şehrin âşıkları burada buluşur, ince dar yoldan geçerken bir uçurumun üzerinden yürüdüklerini varsaymazlar, denizin muhteşem maviliği eşliğinde hülyalara dalarlardı.

Uzun kalın gövdeli bir ağaca yaslanmış denizin yufka görüntüsünü izliyorduk yükseklerden. Hafif esen rüzgâr dağılan saçlarımı Nedim'in yüzüyle buluşturdu. Ellerimle toplamaya çalışırken ellerimde ellerini hissettim. Parmaklarıma kondurduğu küçük öpücükler karşımda duran denize atlamama sebep olacak derin hislere sebep oluyordu.

"Bırak böyle kalsın Nazan. Yel esti kokun geldi ciğerlerime. Saçların tenimde, ellerin ellerimde kalsın. " dedi.

Gözlerinin içine bakarken, dudak kenarındaki küçücük beni ilk kez fark ettim. Nefesini yüzümde hissetmek daha da heyecanlanmama sebep oluyordu. Yüzümü okşayan elleri, ardından gelen tatlı meltem kokusuyla dudaklarını dudaklarımda hissetmek kalbimin yangın yeriydi.

* * *

Akşamleyin babam yüzü düşük eve geldi. Hepimiz endişe içinde neler olduğunu öğrenmek için sabırsızlanıyorduk. Masanın ucunda ki aslan bacaklı ahşap sandalyeyi çekti, eliyle su istediğini gösteren bir işaret yaparak oturuverdi. Zeynep su dolu bardağı uzatırken babam;

"Karakoldan geliyorum, Mete'yi içeri almışlar. " dedi.

"Mete oğlum. Ne oldu ne oldu çocuğuma? " dedi büyük bir endişeyle annem.

"Dur hanım panikleme hemen, bir şey olduğu yok. İşin iç yüzünü öğrendim hele bir soluklanayım. " dedi babam.

"Ağabeyim iyi mi baba? " dedim.

"İyi kızım iyi merak etmeyin. Bir gece misafir edeceklermiş komiser baba öyle dedi. Bugün meydanda kimliksiz yakalanmış polislere, atölye de unutmuş. Daha da dar vakitte çarşıya gitmez, kaç kere dedim ortalık karışık dikkat edin, saat sekizi geçirmeyin diye. Vaziyeti hali anlaşıldı, atölyeden kimliği aldım gittim karakola, 'İfadesi alınsın sabaha bırakırız' dedi komiser. " dedi babam.

"Bey doğruyu dersin dimi? Bak başka bir şey varda söylemeyip saklarsan eğer hakkımı helal etmem. " dedi annem.

"Hanım sende bizi yalancı belledin iyice. Okunmuş ağzımla günaha sokma beni. İyi iyi hali vakti yerinde sabah çayına yetişir meraklanma." Dedi babam.

Hepimizde iştah kaçıklığına sebep olan bu haberden sonra masanın başına oturduk. Sessiz sedasız sofra seremonisinin ardından ağlayan annemi teselli etmek epeyce zor oldu. Her gün sağdan soldan duyduğumuz kadarıyla yeni bir tutuklama, gözaltı haberi geliyordu. Ortalık sakinleşti huzur geldi derken her an ensemizde hissettiğimiz eller bizleri daha da korkuya sürüklüyordu.

Sabah işe gitmek için Zeynep'le yola koyulmuştuk. Fabrikaya yaklaştığımız sokağın başında ağabeyim Mete'nin bitkin bir halde bize doğru yürüdüğünü gördüğümüzde koşmaya başladık. Uykusuzluktan yorgun düşen mavi gözleri, soluk teni ve zedelenmiş kıyafetleri yaşadığı korkunun yansıyan ibarelerinden bir kaçıydı. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. O ise bizi korkutmamak adına sergilediği daha dik duruş ve esprili bir ses tonu peşindeydi.

"Evden çok sıkılmıştım, biraz da nezaret havası alayım. " dedi.

Sarılırken titrediğini hissetmek içimde biriken öfke ve hüznü daha da artırmıştı. Patlayacak bomba gibi hissediyordum kendimi. Ağabeyim eve doğru yol alırken fabrika kapısında bekleyen Mahir'i gözüme kestirdim. Kahverengi, sinsice Zeynep ile bana bakan gözleri içimdeki patlama duygusunu daha da körüklüyordu.

Sakin fakat itici bir tınıyla ilk konuşmayı başlatan Mahir oldu.

"Tebrik ederim Nazan nişanlanmışsın. İnsan eniştesini de çağırmaz mı hiç nişana? Yeni haberim oldu. " dedi.

"Mahir! " diye yüksek bir ses çıkardı Zeynep.

"Sen dur Zeynep. Nerden eniştem oluyorsun sen bakayım. Hele önce bir efendi ol istenmediğin yerden uzaklaşmayı öğren, enişteliğin bir köşede dursun. Zeynep'ten de benden de uzak dur. Gözüm üstünde ona göre yoksa çok fena olur. Yürü Zeynep içeri gir. " dedim bir hışımla.

"Ne yaparsın kahveci güzeli, enişteme mi söylersin baldız? " diye arkamızdan söylenmeye devam ediyordu Mahir.

Mahir'in arkamdan seslenişi, laftan anlamayan şirret tavrı hakkındaki hislerimi daha da kuvvetlendirmişti. Duyduğum dedikoduların haklılık payını düşünmeden edemedim. Mahir ikiyüzlü bir adamdı. Fabrika da sessiz sakin fakat dışarıda ise karanlık, hayır gelmez biriydi. Zeynep' e olan ilgisiyse izlediğim en iyi filmdi. Adını sevgi koyduğu hırs, öfke ve yalandan ibaret bir film...

GÜL AĞACI (KİTAP OLDU)Where stories live. Discover now