› maç

51.4K 4.2K 2.2K
                                    

"Sekiz!"

Derman kalmayan kollarımı zorlukla yukarı kaldırdım. Tüm kaslarım sızım sızım sızlıyor, terler saçlarımdan enseme akıyordu. Giydiğim forma sırılsıklam olmuştu. Vücudumdaki tüm kan yüzümde gibi hissederken "Dokuz!" diye gürleyen sesle tekrar yere eğildim. Titreyen kollarımı son bir gayretle kaldırdım, "Bir!" diye baştan başlayan sayımla ağlayacak kıvama ulaşmıştım. Artık bedenimi taşıyamayan kollarım pes edip gövdemin yere düşmesini sağladığında, saniyeler sonra gelen "Kalk yerden!" bağrışını duymuştum bile. Hâli kalmayan vücudumu zorlukla ayağa kaldırdım ve zar zor açık tuttuğum gözlerle karşımdaki adama baktım.

"Burası oyun alanınız değil, dayanıklı olun! Siz yıllardır futbol oynuyorsunuz, böyle anında pes edemezsiniz! Şimdi, bir!"

Kulağımın dibinde gürleyen ses eşliğinde kaçıncı olduğunu sayamadığım şınava tekrar başladım. Artık yanımdakileri bile görmüyordum, kıpkırmızı olduğuna emin olduğum yüzüm sadece çimene bakıyordu.

Daha önce zor dediğim tüm antrenmanlar bunun yanında zor değildi. İki gün sonra çıkacağımız maç için saat yedide dizilmiştik sahaya, saatlerdir bir şeyler yapıyorduk. Bugünden sonra vücudumuzun dinlenmesi için iki gün antrenman yapmayacağımızı söyleyen antrenör, buna sevinmemize bile izin vermeden bugünü bize işkence çektirir gibi geçirttiriyordu. Acıyan kaslarım ne zaman pes etse daha kötüsüyle karşılaşıyordu.

"Ara verelim, on beş dakika."

Hayal mi gerçek mi olduğunu anlamadığım sesi duyduğumda zorlukla kaldırdım başımı. Benimle birlikte kendini yere bırakan bedenlerle rahatlayıp başım güneşe çevrili uzandım çimlere. Herkesin sızlanan sesi kulaklarımdan sızıyor fakat ağzımı açıp tepki verecek gücü kendimde bulamıyordum.

Kalp atışlarım normale dönmeye yakın tam üstümde uzun bir gölge belirdi. Peşi sıra "Toparlanın, koşuya başlayacaksınız." sesi geldi. Başımı yere vurup ağlama isteğimi güçlükle bastırıp ayağa kalktım ve herkes gibi sıraya girdim. Büyük saha sıcağın altında olduğundan daha da uzun görünürken yutkundum ve başlama emrini bekledim.

"Birinci tura başla!" sesiyle gücü bacaklarıma verip koşmaya başladım.

•••

"O kadar antrenmandan sonra kazanamazsak eğer kendi kendimi sikerim."

Ahmet'in söylediğine birkaç kişiyle birlikte güldüm. Maç öncesi her zamanki gibi rahatlamaya çalışıyorduk, stres altında oynamak normalden daha zordu. Aslında o kadar hareketten sonra değil iki gün, bir hafta yataktan kalkamam zannediyordum fakat antrenörün tam da dediği gibi iki gün sonunda hiçbir ağrı kalmamıştı vücudumda. Daha önceki zorlu antrenmanların sayesinde böyle olduğunu biliyordum, çünkü iki ay önce olsa asla bu kadar kolay kalkamazdım ayağa.

Formamı üstüme geçirdim ve mavi saçlarımı yarım topladım. Tam toplanacak kadar uzun değillerdi, yakın zamanda bu renge boyatmıştım. Yüzüme tam olarak gittiğini söyleyen kişilerin yorumları sayesinde benim de gözüm alışmıştı maviye.

Saate baktığımda çıkmamıza birkaç dakika kaldığını fark edip sesli şekilde el çırparak dikkati topladım. "Herkes toplansın!" diye bağırdım. İlk on birde oynayacakların yanında yedektekiler de etrafımda toplandığında hararetle ve ciddi bir şekilde konuşmaya başladım.

"Bu maç hepimiz için çok önemli! Bir sonraki lige yükselmek için son engel bu, aylardır emeğimizin meyvesi. Ben hepinize inanıyorum, eğer takım olarak oynarsak başarırız. Bireysel oynayanı kim olursa olsun takımda tutmam. Hadi aslanlarım!"

Damarımda ve alnımda hararetli konuşmamın etkisi olarak damar atıyordu. Tüm takım gaza gelmiş bir şekilde cevaplar verirken hepsini gururla izledim.

Sahaya çıkma vaktimiz geldiğinde son kez kramponlarımı bağlayıp saçımı topladım. Kaptan bandını da koluma taktığımda önde ben, arkada takım olmaz üzere çim sahaya çıktık.

Karşımızdaki takım eşleştiğimiz grupta en iyisiydi, bizi en çok zorlayacak olandı. Eğer bu maçı kazanamazsak bu lige veda etmiş olacaktık, bu yüzden en önemli olan maçtı da aynı zamanda. Geçen sene finalde bu takım tarafından elenmiş olmamız ise hepimizi gerginleştiriyordu.

Takımın kaptanından başlayarak hepsiyle teker teker el sıkıştık. Antrenör ileride bizi izliyordu, yüzü ifadesizdi. Derin bir nefes alıp hakemin yanına ilerledim.

Yazı tura atan hakem topu karşı tarafa verdi ve maç böylelikle başladı.

İlk başta maçın istatikleri eşit gidiyordu, gol yoktu ve iki takım da zorlanmıyordu. Daha önce bizi rahatlıkla yenen takımın şimdi bizimle eşit olması tamamen emeklerimizin bir göstergesi idi.

Birinci yarı boyunca top sadece pas için kullanıldı, fakat ikinci yarının başlamasıyla her iki takım da atağa geçmeye karar vermiş gibi pozisyon üstüne pozisyon oluşmaya başladı.

Karşı takım forveti bize doğru bir atak yaptığında defansa bakan Alper anında önünü kesti. Bir saniye göz göze geldikten sonra karşı takım oyuncusu Alper'i geçmeye çalıştı. Bunun üstüne Alper ona sert bir hareket yaptı.

Yere düşen çocukla ağzımın içinde bir küfür geveledim. Atağa geçen birisine sert uygulamak kırmızı kart getirirdi, zira tam da düşündüğüm gibi hakem Alper'e kırmızı kart gösterdi.

Alper hiçbir şey demeyerek kenara geçtiğinde on bir kişiye karşı on kişi kalmıştık. En önemli defans oyuncumuz oyun dışı kalmıştı. Boğuk bir nefes çekip takıma göz gezdirdim. Hepsi umutsuzluğa kapılmış gibi yere bakıyordu, bu iyice moralimi bozdu.

Oyun tekrar başladığında seksen beşinci dakikadaydık. Bir gol atmalıydık, çünkü avantajlı olan onlardı. Fakat gol atmamız imkânsız gibiydi şu an, takımın modu tamamen düşmüştü. Herkes ayağındaki topu kendinden çıkartmak ister gibi davranıyordu.

Top ayağıma pasla geldiğinde önüme anında bir adam çıktı. O an gözlerim saniyelik olarak antrenörün olduğu yere gitti. Yanındaki herkes oturmuş, takımdan umudunu kesmiş gibiydi fakat o maçın başındaki gibi ayakta, dimdik şekilde izliyordu hepimizi. Bir anda içimi onu hayal kırıklığına uğratmama isteği doldurdu. Ondan haz etmediğim ortadaydı ama haftalardır süren emeklerin boşa gitmemesi gerekiyordu, ne onun ne de bizim...

Bunu en azından onu hayal kırıklığına uğratmaktansa yüzlerce maç kazanmaya çalışacak eski bana borçluydum.

Başımı tekrar önüme çevirdim ve yakın zaman önce antrenöre yapmaya çalıştığım çalımı karşımdaki adama yaptım. Bedenimi sağa itip topu ayağımla sola ittim ve çevik bir hareketle soldan geçtim. Arkada bıraktığım adamla iyice güvenim kendime gelirken tüm gücümle koşmaya başladım.

Topu sürerken çaprazımdan birisi bana doğru koşmaya başladı. Yapacağı hareketi tahmin edip topu havaya kaldırarak zıpladım ve yere yatan bedenin üstünden geçtim.

Az önceye kadar rahat çöken takıma bir anda atak yapmak hem bizim takımın hem de karşı takımın oyuncularının geride kalmasını sağlamıştı. Ben golcü değildim, fakat şu anda şutu çekebilecek  tek kişi kaleye yakın duran Ersin'di ama o da önünde kimse olmadığı için ofsaytta kalırdı. Bu yüzden derin bir nefes alıp vermeye vakit bulamadan kaleye doğru güzel bir şut çektim.

Tam doksanı bulan topla kulağımı birçok kişiden gelen çığlıklar kapladı. Bana doğru koşan takım arkadaşlarımın birisi sevinçten sırtına atlarken bazısı sarıldı, bazısı anlamsız sevinç hareketleri yaptı. Kulağımıza ulaşan, maçın bittiğini gösteren düdük sesiyle kahkahalar daha da yükseldi. Bir anda başımı kaldırdım ve sırıtan yüzümü antrenöre doğru çevirdim. Yüzümü sırıtmanın aksine büyük bir gülümseme alırken, bugünü özel kılan bir olay daha oldu.

Gri hareleri gururla parıldayan antrenör gülen yüzüme aynen karşılık verip gülümsemişti, ve bu birbirimize karşı ilk normal hareketimizdi.

••

30.09.20 | Linda Lewis

Antrenör [b×b]Where stories live. Discover now