11

99 16 1
                                    


"Emlakçıyım ve biliyorum bu evi satmam gerekiyor ama anlayamıyorum Bay Oh. Sizin gibi biri neden özellikle bu evi almak istiyor?"

İçeriye girişin neredeyse imkansız olduğu eski evi izlemeyi bırakıp başımı sesin sahibine çevirdim. Gülümseyerek bakıyordu ve bu davranışı bana son derece boş geliyordu. Birkaç saniye sessizce baktığımda gülümsemesi yüzünde solmuş ve başını çevirme gereksinimi duymuştu. "O zaman arsa alım işlemlerini bugün tamamlayalım. Dilerseniz ev için bir şirketle anlaşmanızı sağlayabilirim."

"Teşekkürler. Bugün buradaki bütün işlerimin bitmesini istiyorum. Anlatabiliyorum değil mi?" Söylediklerimden sonra adam başını sallamakla yetinmişti. Beni yalnız bırakarak aracının yanına gitmiş ve bir telefon görüşmesi yapmaya başlamıştı. Derin bir nefes alıp tekrar bakışlarımı eve çevirdim. Bugün olabildiğine kırgındım, kızgındım ve yorgundum.

Oldukça büyük bir arsanın içerisinde duruyorduk. İçinde yalnızca bir ev ve hangar tarzında bir yapı vardı. İçeri girilmeme nedeni, uzun yıllar kullanılmamasından dolayıydı. Evin çatısı ve veranda kısmı çökmüştü. Satıcı olsam ben de merak ederdim neden böylesi bir yeri almak istediğimi. "Bay Oh ofise geçip son birkaç evrak işini hallettikten sonra sizi azad edeceğim." söylediklerine kendi kendine gülmüştü. En azından beni sıktığının farkındaydı. Başımı sallayarak aracıma doğru ilerlediğimde bu arabayı buraya soktuğum için de küfür ediyordum kendime. Diğer birçok şeye etmiyor gibi.

-

Birkaç saatin içinde bütün işlerimi bitirip nihayetinde varmak istediğim yere gelmiştim. Ellerimde tuttuğum çiçekleri yere bırakıp geri çekildiğimde beyaz taş parçasına baktım. Üzerinde yazan isimde uzunca duraksadım. Oh Hyunjoo. Bir şeyler söylemek istiyordum ama sanki biriler duyacakmış gibi geliyordu. Bu saçma düşünceme gülmüş ve tam olarak taşın önüne oturmuştum. Çimenler kuruydu ama yine de rahatsız ediyordu. "Bir parçan burada olsa konuşmak isterdim güzelim ama işte..." derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Yanmaya başlamıştı gözlerim, konuşmak zordu. "Sen buradaymışsın gibi konuşamam. Bunun ne denli acı olduğunu tahmin edemezsin." Başımı iki yana sallayıp gözlerimle göğe baktım. Bu saçma yerde daha fazla duramazdım. Bu yüzden çiçekleri düzenleyip tekrar ayağa kalktım ve hızla mezarlıktan çıktım.

Her yıl hiç şaşmazdı. Buraya gelir ve onun burada olmasa bile başka bir yerde doğanın parçası olduğunu kendime inandırmaya çalışırdım. Bu düşünceyi bilmek ama inanamamak canımı yakıyordu. Arabaya geçtikten sonra birkaç saat yolda geçmişti ve yol boyunca yüksek sesli müzik dinleyerek kendime hakim olmaya çalışmıştım. Kendime sürekli sakinleşmem gerektiğini söylüyor ama yine de başaramıyordum. Sonunda başkent sınırları içine girdiğimde yaklaşık yarım saate evime ulaşmıştım.

Asansörde aynadaki yansımama baktıkça daha çok sinirleniyordum. Kata gelip de asansör kapısı açıldığında eve ulaşıp şifreyi girmem uzun sürmemişti. Normalde eve geldiğimde ayaklarımın dibinde dolaşan Pan bile bir şeylerin ters gittiğini anlamış ve yanıma gelmemişti. Kesinlikle davranışlarıma hakim olamıyordum. Kapıları sertçe kapatıyor ve elimde olan telefonu sertçe masaya bırakıyordum. İçinde bulunduğum odayı yakıp yıkmak istiyordum. Ellerim titriyordu, kalbim ağrıyordu ve gözlerim yanıyordu.

Onun ölümünü kabullenemiyordum.
Kardeşimin ölümünü kabullenemiyordum.

Titreyen ellerimle zar zor üstümü çıkarmış ve kendimi ılık suyun altına atmıştım. İyi geleceğinden ya da sakinleşeceğimden değildi bu yaptığım sadece üstümde, hatta her yerimde kir var gibi hissediyordum. Duştan çıktıktan sonra da bu hissim geçmemişti.

fortuna | sekaiKde žijí příběhy. Začni objevovat