Multi güzelliğine ölün -.-
Umarım beğenirsiniz iyi okumalar...
Dört gün…
Tam dört gün boyunca kendimi eve kapatmıştım. Derin bir araştırma içindeyken kimsenin beni rahatsız edip dikkatimi dağıtmasını istemiyordum. Kapımın defalarca çalınmasına şahit oldum ancak açmadım. Yılmadılar akşam da geldiler, yine açmadım. Sadece ve sadece elimdeki dosyaya ve önüme açık olan bilgisayarıma konsantre olmuştum. Uyku düzenim tam olarak bozulmamıştı ama eskisi gibi sağlıklı bir şekilde 8 saat uymuyordum. Çıldırmış diyebilirdiniz buna. Tam olarak yerinde bir tabir olurdu. Ama tanrı biliyor ki bu duruma nasıl geldim hala çözememiştim. Delilikle normallik arasındaki ince çizgide yavaş yavaş deliliğe doğru adım atıyordum. İçimde Fleur’a karşı çözemediğim o his beni yiyip bitiriyordu ve onu bulma isteğim artıyordu. Bu yüzden zaman kavramımı yitirdim. Ve Fleur demişken… Sırf o da gelmesin diye tüm camları kontrol ederek içeri girmesine engel oldum. Aslında tahminlerimin aksine kapıyı çalmıştı ama onu almamıştım. Kapıda bana dakikalarca içeri girmek için yalvarmış olması her ne kadar kalbimi paramparça etmiş olsa da kararlıydım. Bu işin peşine bir kere düşmüştüm ve bir yere ulaşmadan bırakmayacaktım.
Soğumuş kahvemi ileri iterek elime siyah keçeli kalemimi aldım ve Dakota Orwell’ın üzerini çizdim. Dosyanın içindeki kızların çoğunun resmi yoktu ve sosyal paylaşım sitelerinden araştırmak zorunda kalıyordum. Bu da gözlerim için pek iyi bir sonuç değildi. 2 günde resmen gökkuşağına dönmüşlerdi.
“Sikeyim!” diye bağırdım. Vücudum dıştan gelen şeylere aşırı tepki vererek yorgunluğunu vurgulamaya çalışıyordu. Şahsen inatçı kimliğim kendi bedenime bile karşı çıkacak kadar dengesizdi. Dosyaları kapatarak sırtımı sandalyeye yasladım. Sanırım grip olmuştum. Baş ağrısı, vücut yorgunluğu ve aşırı üşümenin verdiği yetkiye dayanarak kendimi resmen grip virüsü taşıyıcısı ilan ediyorum.
Kapının açılma sesiyle kaşlarımı çattım. Dışarıdan gelen hafif esinti biraz daha üşümemi sağladı. Acaba kime evimin anahtarını verecek kadar aptalca bir harekette bulunmuştum. Başımı mutfağın girişine çevirip beklemeye başladım. Gidip bakmaya bile üşeniyordum. Biraz sonra kapı kapandı ve ufak bir beden görüş açıma girdi. Üzerinde her zamanki gibi en güzellerinden oluşan bir kombin vardı. Yırtık ve dar olan skinny jeansinin üzerine bol bir kazak ve uzunca hırka giymişti. Oldukça sadece görünüyordu.
“Calum?” diye seslendiğinde sarı saçlarını geriye iterek benim olduğum tarafa seslendi. Astrid’e gülümseyerek bakıyordum ama suratını buruşturarak burnunu tıkadı. Ne? O kadar berbat mı görünüyordum yani. Tamam, belki banyo yapmamış ya da evi havalandırmamış olabilirdim fakat bu iğrenç olamazdı. Ya da olabilirdi. Emin değilim.
“Tanrı aşkına Calum, burada ne öldü,” söylenerek yanıma geldiğinde masanın üzerinde bulunan kirlileri lavabonun içine tıkıştırdı “Ölen şeyin insanlığın olduğuna yemin edebilirim. Burası resmen insana ait olmayan bir ortam gibi kokuyor.”
“Abartma, sadece havalandırmadım.”
Ellerini tanrıya yakarır gibi havaya kaldırdı ve bağırdı “Ben de onu diyorum!”
Bu kadar abartılacak bir şey yoktu ortada. Ben yetişkin bir insandım ve kararlarımı kendim verebilirdim. Evimi ister havalandırır ister havalandırmadan kokardım. İstersem evimde kendi pisliğimle çürüyerek fosilleşirdim. Ve bu kimseye ilgilendirmezdi.
Kollarımla yüzümü kapatarak etrafı toparlamasını bekledim. Kirlileri makineye dizerken çıkarttığı şangırtılar kulağımı zedelerken şikayet etmedim. Şuan o kadar yorgundum ki ağzımı bile açmak dünyanın en zor işi gibi geliyordu. Evden bile dışarı çıkmamışken nasıl grip olabilirdim aklım almıyordu. Yani öylece grip oluvermek biraz tuhaftı.

YOU ARE READING
Halloween | C.Hood
Fanfiction"İyi geceler, Calum. Beni eskisi gibi hatırla." Calum Hood Fanfiction © Tüm hakları saklıdır