On İki

168 31 3
                                    

Johnny Ten'in geldiğini görünce evden gitti. Bana söylediğine göre eve getirmeyi unuttuğu birkaç eşyasını hatırlamış, onları alması gerekliymiş, almazsa ölürmüş. Koca bir yalan. Saf değildim. Ten ve beni evde yalnız bırakmak için gittiğini fark etmiştim. Gün batımını izledikten sonra mutfağa inmiştik. Ten kendisine kahve hazırken ben de çizimimin son detaylarını ekliyordum. Arada kalem elimden düşecek gibi oluyordu. Yeniden beynimin tek odağı bıraktığım yarım paket oluyordu. Onu almadan rahat edemeyecektim.

Ten karşıma oturduğunda ben de son noktayı yerleştirmiştim kağıt üzerine. Eski bir bina çizimiydi. Her yanı yıkık dökük, aynı benim gibi. Biri vardı önünde. Başı sola doğru dönük, enkaza bakıyor. Elinde de minik bir taş parçası var. Toparlamaya çalışıyor gibi. Ve işte o çocuk da tam karşımda kahvesini içiyor.

"Bu çizimi sana ithaf ediyorum."

Kurduğum cümleyi algıladığında elindeki bardağı yavaşça masaya bıraktı. Birazcık oturduğu sandalyede yükseldi ve kağıdı incelemeye başladı. Belli belirsiz gülümsediğini gördüm. Ne diyeceğini çok iyi tahmin edebiliyordum aslında. Dudaklarını aralayıp bana baktı, ben de gülümsedim.

"Çok güzel." Ve yeniden sessizlik. Kalemlerimi toparlayıp masayı temizledim. Yapılacak pek bir şey kalmadı. Ten'le beraber odama çıktık. O yatağımın üzerinde oturdu, ben ise yere. Onu izlemeye başladım. Tanrı'nın bana bir hediyesi gibi görünüyordu. Üçüncü defa odama geldi. Birinci ve ikinci gelişi pek hoş olmayan sebeplerden dolayı olsa da şimdiki farklı. Odamı dikkatlice incelediğini biliyorum. Kafasından ne geçiyor merak ediyorum. O odamı incelerken yatağa ilerleyip paketi elime aldım. Aniden elim boş kaldı.

"Hey hey, bu yasak." Paketi elimden alıp yeniden cebine koydu.

"Bağımlının elinden birden paketi alırsan ve ona istediğini vermezsen ne olur biliyor musun?" dedim gözlerinin içine bakarken. Sorumu yanıtlamadı.

"Krize girer ve ölür."

Başını eğdi. Ona yaklaşıp çenesinin altına yerleştirdim parmaklarımı. Hafifçe yukarı doğru kaldırdım. Artık yüzünü görebiliyordum. Elmacık kemiği üzerinde bir yara izi vardı. Orayı öpmek istedim. Sonra bunun yanlış olabileceğini düşünüp vazgeçtim ve parmaklarımı çenesinden çektim.

"Korkma. Ben ölmeyi düşünmüyorum." Sadece hımladı. Cebine koyduğu paketi çıkartıp avucumun içine koydu.

"Alabilirsin. Krize girmeni istemiyorum." dediğinde gözlerinin dolduğunu görebiliyordum. İç çektim.

"Şimdi almazsam sonrası için kendimi kontrol etmem zorlaşacak. Okul tuvaletindeki gibi bir manzarayla karşılaşmanı istemiyorum." Ve paketin ağzını açıp tozu dudakların arasına döktüm. Beni dikkatlice izliyordu. Yutkunurken boğazımda kuruluk hissi bırakmıştı. Gözlerimi kapatıp kendimi yutkunmaya zorladım. Başarılı olduğumda dudaklarımda kalan tozu da kana karışması için mideme gönderdim.

"Bugünlük başka yok." dedim elimdeki boş paketi sallarken. Kalkıp çöp kutusuna attım. Yatağa geri dönüp uzandım. Yorganı birazcık açıp Ten'e gelmesini işaret ettim. Beni bekletmeden kollarımın arasına geldi. Kafasını göğüsüme yerleştirmişti, saçları çenemi gıdıklıyordu ve bir kolu da karnımın üzerindeydi. İki kolumla onu sıkıca sarmıştım. Yavaşça nefes alıp veriyorduk.

"Ne zaman bırakacaksın uyuşturucuyu?" dedi yüzüme bakmadan. Düşündüğümü belli etmek için hımladım.

"Bilmem. Dozu azaltmaya çalışıyorum şimdilik." dedim kollarım onun bedenini daha çok sararken.

"Seni kaybetmek istemiyorum, lütfen bırak." Başını benim görebileceğim şekilde kaldırdı. Gözleri dolmuştu. Onu rahatlatmak için gülümsedim. Karşılık olarak o da bana gülümsedi. Bir elim onun alnına düşen saçları geriye atmak için hareketlendi. Gözlerimin içine bakarken onun moralini bozmamaya çalışıyordum. Derince bir nefes alıp bir kez daha gözlerine baktım.

Drugs | TaetenWhere stories live. Discover now