one

641 61 62
                                    

1989, 16 Kasım / (10 yaşlarındalar)

Soğuk bir kasım gününde, öğle sularında siyah ve bazı yerleri çamura bulanmış bir araç, engebeli yolda ilerliyordu. Yoldan araç geçmesi normal karşılanabilirdi. Ama bu Sherlock Holmes için geçerli değildi. Doğduğundan beri burada yaşıyordu ve tek bir yabancı surat görmemişti. Bu ıssız ve küçük yere gelen bu araç, şüphesiz ki dikkatini çekmişti.

Sararmaya başlamış olan çimenlerden kalkarak, aracın arkasından baktı bir süre. Mavi/Yeşil olan gözleri, merakla parladı. Bu sıkıcı hayatında, onu eğlendirecek bir şeyler düşünmeyi bırakarak, ayağa kalktı. Bu siyah aracın kime ait olduğunu bulmak, bugün yapacağı en keyifli şey olacaktı şüphesiz. Arkasına dönerek evine adımladı.

~

"Watsonlar. Buraya yeni taşınan bir aile. Senin yaşlarında bir oğulları varmış, Sherlock."

"Peki."

"Arkadaş olabilirsiniz?"

"Hayır." Arkadaş? Arkadaşa ihtiyacı yoktu ki. Ama belki de arkadaşa yakın bir şeyler olabilirlerdi. Ama arkadaşa gerek yoktu.

~

Sadece birkaç saat. Merakına sadece birkaç saat söz geçirebilmişti Sherlock. Sıkıcı hayatında, yeni bir şeyler doğal olarak dikkatini çekmişti. Daha farklı olması beklenemezdi zaten. Gününün büyük bir çoğunluğu evlerinin bahçesinde geçiyordu zaten. Kimseye fark ettirmeden, bahçe kapısından çıkması ne kadar zor olabilirdi ki? Özellikle de, herkes onun her gün nerede, ne yaptığını bilirken. Her gün aynı yerde, aynı şeyi yaptığını bilirken.

Arkasında kalan evine bakarak, herhangi birisinin etrafta olup olmadığına baktı. Hızlı olması gerekiyordu. Kapıdan çıktıktan sonrası kolaydı. Tek yapması gereken, bu civarlarda olan terk edilmiş ve eski olan evin yolundan ilerlemekti. Ve sadece bir yol olması da, zaten kolay olan işini kolaylaştırıyordu.

Büyük adımlar ile 24 adım. Ve şimdi bahçe kapının önündeydi. Kapının gıcırdamaması için büyük bir çaba sarf ederek, kapıyı açtı. Boyu kapının boyunu yeni yeni geçmeye başlamıştı. Evinin sınırından çıktığı an, hızla sağ tarafına doğru yürümeye başladı. Koyu renkli kıvırcık saçları, rüzgarın etkisiyle arkasına doğru hafifçe uçuşuyordu.

Adımlarını saydı. On yaşlarında olan bir çocuğun atabileceği en büyük adımlarla tam 397 adım sürmüştü. Bu mesafeye değecek bir şey bulmayı umuyordu. Onu bu sıkıcı hayattan kurtaracak türden bir şey.

~

Daha önceden birçok kez geldiği eski evin önünde, bazı kısınları çamur olsa bile yeni olduğu anlaşılan bir araba duruyordu. Yeni olan hiçbir şey sıkıcı değildi. Kapısı aralık olan bahçe kapısından içeri girdi. Evin ön kısmından geçerek, arka tarafa doğru yöneldi. 10 yaşlarında bir çocuğun, odasının penceresi ne tarafa bakardı? Pekâlâ, bunu herkes bilirdi. Bahçeye ulaştığında, iki katlı evin, arka tarafa bakan pencerelerine baktı. İkinci kattaki odaların birisinde olması gerekiyordu. Evin duvarlarında bulunan çıkıntılar ve girintiler, ikinci kattaki penecerelerden birisine çıkmasında yardımcı olacaktı. Hangi pencere olduğuysa, tamamen şansına bağlıydı.

Duvara yaklaşarak sağ elini, bir çıkıntıya koydu ve kendisini yukarıya doğru çekti hızlıca. Sol ayağını bir girintiye koyarak, bu şekilde devam etti. Ta ki, bir pencerenin önünde durana kadar. Hemen üstünde duran pencereye doğru başını uzatarak odaya baktı. Odada kimse yoktu ve odanın bir çocuk odası olduğunu gösterebilecek herhangi bir eşya da yoktu. Beyaz renkli duvarlar, çürümüş bir yatak ve yanında tahtadan bir komodin, bir de iki kapaklı tahtadan bir dolap vardı. Şansını diğer pencerelerde de denemek istese de kollarında devam edecek güç yoktu. Pencereye doğru uzandı ve birazcık zorlamayla pencereyi açtı. Yıllardır bakımsız kalan bu evi, nerdeyse kendi evi gibi tanıması işine yarıyordu.

Kendini küçük odaya attığında, dengesini kaybederek yere düştü. Düşmenin verdiği etkiyle kanayan dizine bir bakış atsa da sesini çıkartmadan ayağa kalkıp, odaya bir kez daha baktı. Buna değse iyi olurdu.

En son gelişinden bu yana çok şey değişmemiş gibi duruyordu. Mobilyaların üzerine örtülmüş olan beyaz örtüler kaldırılmış ve temizlik yapılmıştı. Dolaba doğru ilerleyerek, kapaklardan birisini açtı.

Çok mu şanslıydı yoksa bunun altından da bir şey çıkar mıydı? Bir erkek çocuğuna ait kıyafetlere bakmayı bırakarak, kapağı kapattı. Beklemesi gerekiyordu ve öyle yapacaktı. En fazla ne kadar sürebilirdi ki zaten? Tek yapması gereken küçük Watson'dan başka birisine gözükmemekti.

Çok beklemedi. Sadece altı dakika sonra odanın sahibi içeri girdi. Çürümüş yatağında oturan bir yabancı görmek elbette beklediği türden bir şey değildi.
"Sen- sen de kimsin?" diye sordu. Korkması gerektiğini düşünüyordu. Ama karşısında duran çocuk, onu korkutmuyordu. Belki de sadece bir çocuk olduğu içindi.

Sherlock yaptığı şeyin doğruluğunu sorgulamadan edemedi. Ama şu an bunun için fazla geçti. Aptalca bir davranış yapmış ve iyice düşünmeden hareket etmişti. Ve şimdi, karşısında duran çocuğun nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordu. Yataktan yavaş bir hareket ile kalkarak çocuğa birkaç adım yaklaştı.

"Sherlock Holmes. Muhtemelen, benim neden burada olduğumu ve burada ne yaptığımı düşünüyorsun, belki de bunları düşünemeyecek kadar korktun ama bu-"

"Korktum?! Neden korkmam gerek?!"

"Çünkü bir aptalsın."

"Ne-sen ne -"

"Hayır, hayır. Tüm insanlar bir aptaldır. Daha az aptal olduğunu umuyorum. Sonuçta bir süre arkadaşa yakın bir şey olacağız ve senin daha az aptal olman, sana katlanmamı kolaylaştırır."

Karşısında duran çocuğun, kaşları çatık ve ağzı açık bir hâlde ona baktığını fark etmesiyle durdu. Yanlış bir şey mi söylemişti? Bunun olma ihtimalini kafasından attı. Tamamen dürüst olmuştu. Ve bunun yanlış olması mümkün değildi. Ama ona bağıran çocuk, bir kez daha yaptığı şeyi sorgulamasına neden olmuştu.

"Ne saçmalıyorsun sen?!"

Sherlock gözlerini devirerek, kollarını göğsünde birleştirdi. "Beni dinlediğine emin misin çünkü sorduğun sorunun cevabını söyledim."

"Arkadaş mı olmak istiyorsun?" diye sordu çocuk, kararsız bakışlarla.

"Beni kesinlikle dinlememişsin. 'Arkadaşa yakın bir şeyler.' demiştim, 'arkadaş' değil."

"Yani arkadaş? Ben bir fark göremiyorum."

"Her ne dersen." dedi Sherlock, uzatmak istemeyerek. Ne olduklarının o kadar da bir önemi yoktu. Olmamalıydı. Çocuğun parlakça gülümseyerek, sağ elini ona doğru uzattığını gördü. Belki de bu iyi bir fikir değildi.

"John Watson." John'un beklenti içinde kendisine bakmasıyla hafifçe kaşlarını çattı. Elini sıkmasına ne gerek vardı ki? Zaten kim olduğunu söylemişti. Kaşlarını kaldırarak,                      "İsmimi biliyorsun."

"Kibarlık olsun diye, elimi sıkman ve ismini söylemen gerek."

Kibar? Pekâlâ, kibar birisi olmadığını biliyordu. Ama yine de deneyebilirdi. Kibar birisi olmadığını yakında anlardı zaten. Kendisine uzatılan ele bakarak, sol elini uzattı ve önünde duran eli sıkıca kavradı. Eli sıkarken de, mırıldandı "Sherlock Holmes."

~

Merhaba,

İlk tanışmalarıydı bu bölüm.

Finali belli ama finalden önceki bölümler tamamen yazdığım esnada belli olacak. Dediğim gibi, kısa sürecek bu yüzden yayınlıyorum zaten.

Yazım hatası var ise kusura bakmayın lütfen,

Umarım beğenmişsinizdir :) ♡

is this real life?Where stories live. Discover now