two

490 56 43
                                    

1993, 21 Haziran (14 yaşındalar)

Sherlock ve John'un arkadaşa yakın bir şeyler olmalarının ardından iki yıl geçmişti. Bazı şeyler değişmiş, bazı şeyler ise aynı kalmaya devam etmişti bu süreçte. İki yıl kulağa az bir zamanmış gibi gelse de, bu iki yıl içinde çok fazla şey yaşamışlardı. John'a sorsanız, Sherlock ile aralarında olan ilişkiye arkadaşlık derdi. Ama Sherlock, aralarında olan şeyi tanımlamak için 'arkadaş' kelimesinin yeterli olduğunu düşünmüyordu. Ama 'arkadaş' oldukları şeyi en iyi tanımlayan aynı zamanda en eksik tanımlayan kelimeydi. Üzerinde fazla durdukları bir konu değildi zaten aralarında olan bu ilişki.

Şu sıralar günlerinin büyük bir çoğunluğunu birlikte geçiriyorlardı. İkisinin de eğlence anlayışları çok benzer olmasa da, birlikte eğlendikleri zamanlar da oluyordu elbette. Dertleri ise, birbirine fazla benzerdi. Hayalleri ise bir noktada kesişiyordu. Bu ıssız, soğuk kasabadan gitmek ikisinin de hayaliydi. John'un, kardeşi Hariet yüzünden çekmediği kalmıyordu. Ve Sherlock ise, sevgili(!) kardeşi Mycroft tarafından yeteri kadar kötü günler geçiriyordu. İkisi de sadece birbirlerinin yanında rahat bir nefes alabiliyordu aslında. İkisi de sadece birbirlerinin yanında kendileri gibi davranabiliyordu. Çünkü biliyorlardı ki, ikisinin büyük kusurları vardı ve ikisi de birbirlerinin kusurlarını seviyordu. Birbirlerini yargılamıyorlardı. Birlikte mutluydular sadece. Ama her mutluluğun bir sonu olduğu gerçeğini, görmezlikten gelecek kadar genç, tecrübesiz ve başına buyruktular.

"Sen iyi misin?" diye sordu John, kaşlarını çatıp, Sherlock'a bakarak. Arkadaşı son günlerde fazla dalgındı. Dalgın olması tuhaf bir şey değildi. Bu sık olan bir şeydi ama bu seferki daha farklıydı. Daha tuhaftı. Ve John'u daha çok endişlendiriyordu. İyi bir arkadaş olamamaktan ölesiye korkuyordu. Sherlock'a yardımcı olamamaktan. Çünkü biliyordu ki, ona tek yardım edebilecek kişi kendisiydi.

Sherlock güneş ışığına göre, bir mavi bir yeşil olan gözlerini diktiği bahçe duvarından çekerek, John'a baktı. Daha dikkatli davranmadığı için kendisine kızdı içinden. Şimdi John bu durumun üstüne düşecek ve kendisi bir şey söylemediğinde de aşırı tepki verecekti. Bunu çekmeye ne isteği vardı ne de sabrı. Omuz silkerek, "Evet. Sadece dalmışım." dedi.

John'dan birkaç söz beklese de, hiçbir söz alamadı. John sessiz kalmaya devam ettikçe, şaşkınlığı arttı. Gözlerini tekrar bahçe duvarına çevirdiğinde, duyduğu sesle irkildi. 'Yalan söylüyorsun. Bana yalan söyleme.'

Yanında duran bedenin irkildiğini gören John, endişeyle kaşlarını çattı. Sherlock'un mırıldanması onu daha çok endişelendirdi. "Yalan söylemiyorum."

"Efendim?"

Sherlock kaşlarını çatarak, başını John'a doğru çevirdi. Ne demekti bu şimdi? Başını hızla iki yana sallayıp, "Biraz dalgınım. Ne dediğimin farkında bile değilim..."

"Az uyuyorsun."

"Bu yüzden olduğunu mu düşünüyorsun yani?"

"Olmaması için bir neden yok."

'Uykusuzluğun sesler duymaya neden olacağını sanmıyorum. Her zaman yaptığın umursamazlığı yine yapma.'

'Kapa çeneni.' dedi Sherlock içinden.

'Kapatması gereken sensin. Ben değil.'

"Sherlock, beni korkutuyorsun. İyi olduğuna emin misin? Sorun her neyse bana söyleyebileceğini biliyorsun değil mi?" dedi John, arkadaşında bir tuhaflık olduğunu düşünerek. Çenesini ikide bir sıkıyor, gözlerini kapatıp açıyordu. Sherlock'un kolay günler geçirmediğini bilse de bu onun için bile tuhaf bir durumdu.

is this real life?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin