11: "Dünyada üzgün olmaya değer ne var?"

1.3K 191 76
                                    

Yalnızlık, iç çekti Jungkook. Hastane bahçesinde oturmuş elindeki bukete bakarken sık sık derin nefesler alıyordu zaten.

Üniversitenin ilk yılları arkadaşlarının zoruyla ilk uyuşturucu kullandığı günü hatırlıyordu. Annesini aramıştı, elleri titriyordu. Annesi telefonu açmamıştı başta, birkaç kere arayınca açtı sonunda.

"Bir şey mi var?" Sesinden bile meşgul olduğunu anlamıştı. Annesi meşgulken aceleci konuşurdu.

"Birkaç dakika konulabilir miyiz?" Sesi titriyordu çocuğun, gözleri doluydu, ağlamak üzereydi.

"Şu an çok işim var. Akşam konuşalım olur mu tatlım?" Arkadan sert klayve sesleri geliyordu.

Jungkook onaylayan bir şeyler zırvaladıktan sonra fırlatıp atmıştı telefonu.

Yıllardır onu bırakmayan yalnızlık laneti yüzüne sertçe çarpmıştı, Jungkook kabullenmişti artık bu hayatta yapayalnız bir çocuk olduğunu.
İşler bunu kabullendikten sonra daha kolay olur sanmıştı, yanılmıştı.

Buketi yanına koydu yavaşça, ellerini yüzüne kapattı.
Ağlamak istiyordu, orada kimsenin onu rahatsız etmeyeceği odasına kapanıp, kafasına kadar yorganı çekip günlerce ağlamak istiyordu.
Çaresizdi, çok çaresiz. Bayan Park için hiçbir şey yapmamak, eli kolu bağlı oturmak onu mahvediyordu.

Yanında olmak istiyordu, baygın kadının yanıbaşında oturup, "Anne, uyan!" diye bağırmak istiyordu.
Yapamıyordu.

Bahçede bir süre daha oturdu öylece, derin nefesler almaya çalıştı, dolu gözlerini gökyüzüne dikti, yine ağlayamadı. Buketi alıp içeri girdi. Hastaneye girdi. Görevliden odayı öğrendi. Hızla merdivenleri çıktı.

Ne kadar kendini bunun için hazırlamış olsa da koridorun başında öylece kalakalmıştı. Tam cesaretini toplayıp adımını attığında, kalbi çıkacak gibi atıyordu, o da ayağını geri çekiyordu.

O kendiyle savaşmaya devam ederken odalardan birine birkaç sağlık görevlisi girmişti apar topar, Jungkook merakla onlara baktı, Bayan Park'ın odasına girdiklerini gördüğünde öylece kalakaldı. Evdeki kanlı halıyı gördüğündeki gibi, saç diplerine kadar irkildi, başından aşağı soğuk sular dökülmeye başladı. Elindeki çiçeği düşürdüğünü fark etmeden odaya koştu, hemşire girmesine izin vermezken başka bir hemşire de içeriden Jimin'i çıkartmıştı.

Jungkook Jimin'i görünce geriye adımladı, onun ağlamaktan şişmiş gözlerini görünce nefesinin kesildiğini hissetti, sanki alabiliyormuş gibi.

Jimin ona baktı, gözleri doluverdi. "Neden gelmedin buraya? Değersiz miydik biz?"

Kaçıp gitmeyi düşünüyordu o sırada Jungkook, arabasına atlayıp sonsuzluğa kaybolmayı, tüm acılarından kaçmayı.
Baş edemediği her duygusunu gömmek istiyordu en derinlerine, yapamayınca da sadece başını önüne eğiyordu. Her zaman böyle olmuştu, baş edilmez şeyler yaşayacağı her zaman da böyle olacaktı.
"Hayır, sadece.,. Söylediklerinde haklıydın, ben, beni görmek istemezsin diye düşündüm."

"İstemiyordum, öyle düşünüyordum en azından." Burnunu çekti Jimin, onun yanına adımladı, çenesini tutup başını kaldırdı. "Söylediklerim doğru değildi, olanların suçlusu sen değilsin. Özür dilerim."

"Önemli değil." Jungkook gözlerini kaçırdı, Jimin'in böyle bir durumda kendisini düşünmesi ona iyi hissettirmişti.
Sonra bu iyi hisleri yüzünden kendine sinirlendi yine.
"Çok mu ağladın?" Ona baktı, gözlerini sildi.

Forced ✓Donde viven las historias. Descúbrelo ahora