5

1.5K 104 44
                                    

XII

Hemen samanımın üstüne oturdum; başımı dizlerimin arasına aldım. Sonra çocuksu korkum dağılıverdi ve ardından garip bir merak, beni duvardaki yazıları okumayı sürdürmeye zorladı.

Papavoine adının yanında duran, duvarın köşesine doğru gerilmiş, tozların kalınlaştırdığı büyük bir örümcek ağını çektim. Duvarda, bu ağın altında, yalnızca bir leke gibi kalmış öteki yazıların arasında açık seçik okunabilen dört ya da beş ad vardı: DAUTUN, 1815. POULAIN, 1818. JEAN MARTIN, 1821. CASTAING, 1823. Bu adları okudukça, ölümü duyumsatan anılar geliyor gözümün önüne: Dautun, kardeşini parçalara bölmüş, gece vakti Paris'te dolaşarak cesedin başını bir çeşmeye, bedenini de bir lağım çukuruna atmıştı; Poulain karısını öldürmüştü; Jean Martin, evinin penceresini açan yaşlı babasının üzerine ateş etmişti, arkadaşını zehirlemiş olan Doktor Castaing, iyileştirmek bahanesiyle ilaç yerine ona tekrar zehir vermişti ve bütün bunlardan sonra gelen Papavoine, başlarına indirdiği bıçak darbeleriyle çocukları öldüren şu korkunç deli!..

İşte böyle, diyordum kendi kendime ve bedenimde ateş dolu bir ürperti dolaşıyordu; işte bu insanlardı benden önce bu hücrede kalanlar... İşte burada, benim üzerimde durduğum taşta, onlar da durmuşlar, son düşüncelerini düşünmüşlerdi! Bu, yaşamları cinayet ve kanla dolu insanlar! İşte bu dört duvarın içinde, bu dar, kare biçimindeki odanın içinde bir yaban hayvanı gibi son adımlarını atarak dolaşmışlardı. Kısa aralıklarla birbirlerini izlemişlerdi; sanki, bu hücre hiç boş kalmamış gibi. Yerleri hâlâ sıcaktı ve burasını bana bırakmışlardı. Ben de onların yolunu izleyerek, sıram geldiğinde, gür otların sardığı Clamart Mezarlığı'na gidecektim.

Ben ne kâhin ne de boş inançlı bir insanım. Bu düşüncelerin ateşimi yükseltmesi çok doğal; ancak böyle düşler kurarken birdenbire bu ölüm kokan adlar, siyah duvarın üstüne ateşle yazılmış gibi göründü bana; gitgide yaklaşan bir uğultu kulaklarımda patladı; kızılımsı bir ışık gözlerimi doldurdu; sonra hücrem insanlarla doldu; garip insanlardı bunlar: Hepsi kendi kafasını sol eline almış, başları saçsız olduğu için kafaların ağızlarından tutuyordu.

Baba katili dışında, hepsi de bana yumruklarını gösteriyorlardı.

Korkuyla kapattım gözlerimi, o zaman her şeyi daha açık seçik gördüm.

Düş, hayal ya da gerçek? Eğer beklenmedik bir duygu, beni zamanında uyandırmasaydı, çıldırabilirdim. Çıplak ayağımın üzerinde gezinen soğuk bir karın ve tüylü ayaklar duyumsadığım zaman, az daha sırtüstü düşmek üzereydim; bu, az önce yuvasını dağıttığım, kaçmaya çalışan örümcekti.

Bu, beni bir an içinde o korkunç imgelerden çekip kurtardı. Tanrım, onlar ne kadar korkunç hayaletlerdi öyle! Hayır, bütün bunlar yalnızca bir dumandan ibaretti; boş ve bunalımlı beynimin içinde oluşan imgelerdi. Tam Macbethimsi düşler! Ölüler ölüdür; özellikle bunlar, mezarlarının içine iyice kapatılmışlardır. Orası, kaçılabilecek bir hapishane değildir. Öyleyse, neden korkuyorum ki bu kadar?

Mezar kapağı içeriden açılmaz.

XIII

Geçen günlerde çok iğrenç bir olay gördüm.

Gün daha yeni ışımaktaydı ve hapishanenin içi gürültüyle doluydu. Durmadan ağır kapıların açılıp kapanışı, sürgülerin ve kilitlerin gıcırdayışları, gardiyanın kemerinde birbirine çarpan anahtarların çınlayışı, yukarıdan aşağıya koşuşan adımlarla merdivenlerin titremesi ve uzun koridorların her iki ucundan yankılanan seslerin birbirlerine bağırıp karşılık verişleri duyuluyordu. Cezalı hücre komşularım forsalar, her zamankinden daha çok neşeliydiler. Bütün Bicêtre sanki gülüyor, şarkı söylüyor, koşuyor, dans ediyordu.

Bir İdam Mahkumunun Son GünüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin