Herkeslerden sevgili okur, hoş geldin.
Buraya başladığın tarihi bırakmayı unutma.
🌙
Bulutların göğü kucakladığı, kar tanelerinin el ele şehre süzüldüğü yılın son gecesinde çıplak ayaklarla sokaklarda dolaşsaydım ve elimde yalnızca birkaç kibritten başka bir şey olmasaydı, Kızılay'ın insan seli arasında savrula savrula vardığım bir köşeye sinip kibritlerden birini gözden çıkarsa ve çaksaydım; göreceğim ilk hayal babamın gururla bakan gözleri olurdu. O gözlerin odağında da ben olurdum.
Fakat bu gece yılın son gecesi değildi. Kar da yağmıyordu. Elbette kibritim de yoktu. Yalnızca ayaklarım çıplaktı, tıpkı Kibritçi Kız gibi. Onun kaybolan ve çalınan ayakkabılarına nazaran benimkiler yürüyebileceğimi iddia ettiğim sırada çıkarılmışlardı ve nerede olduklarına dair hiçbir fikrim yoktu.
Aslına bakılacak olursa bugün dünden farksızdı. Dün de evvelsi günden farksızdı. Güneş pervasızca yükseliyor, ay bir eşkıya gibi onu kovalıyor, insanlar habire oradan oraya koşuyorlar ve günler birbiri ardına öylece deviniyordu. Uzaklarda yeni doğmuş bir bebeğin o ilk ağlayışı geceyi yırtarken, çok daha uzaklarda annesini toprağa veren bir evladın sessiz hıçkırığı toprağın avuçlarına hapsoluyordu. Kimi ufuklarda şafak sökmeye yüz tutmuşken, dolunay sisten tüllerin ardında salınıyordu tam karşımda. Siyah ve beyaz kadar zıt ne varsa yer ile gök arasında, girift bir döngünün beşiğinde koyun koyuna uyuyorlardı.
Düşüncelerim birbirlerine çelme takmaya başladıklarında tek dileğim daha fazla düşünmemekti. Bana bir kıyak yapıp "Soğukkanlılığın ürkütücü olmaya başladı.'' dedi gözlerini geç saate rağmen durulmayan Ankara trafiğinden ayırmaksızın. Doğrusu yalanda usta değildim fakat herkes gibi benim de o uğursuz kapıyı çalmışlığım vardı. "İyiyim,'' demekle yetinip gerçeğe ihanet ettim.
"İyi misin?'' Sesi hayret doluydu. "Meslek hayatım boyunca şoka girmiş binlerce surat görmüşümdür ve sen şu an şoktasın.'' Şokta mıydım? Yirmi üç yıllık ömrüm boyunca silahlarla haşır neşirdim. Babam mesai bitiminde eve gelir ve beylik silahını salondaki orta sehpanın üzerine bırakırdı. Birçok kez onunla poligona atış talimi için gitmişliğim, o kibirli ve donuk kabzayı kavramışlığım vardı. Fakat ömrümün hiçbir safhasında namlunun ucundaki kişi olmamıştım.
"Anlamıyorum,'' dedim bu defa dürüstçe. "Birileri neden beni öldürmek istesin?'' Hafifçe güldü. "İnan bana, maksatları öldürmek olsaydı o kurşun omzunu sıyırıp geçmezdi.'' Haklıydı fakat bunu dillendirip onu şımartmak istemedim. Zira yeterince şımarıktı.
Kafamın içindeki cümbüşü biraz olsun dindirip oylanmak adına bakışlarımı arabanın içinde dolaştırmaya başladım. Bakışlarımın ağına ilk takılan ustalıkla vites değiştiren elinde parlayan gümüş halka oldu. İçinde adım yazıyordu. Bir eşini taşıyan elimi kaldırıp uzun uzun bakmamak için kendimle savaştım. Evlenmiştik. Hem de bu sabah.
Elbette damdan düşercesine bir anda nikâh salonunun kapısında bulmamıştık birbirimizi. Senelerden beri varlığından haberdardım fakat bir o kadar da yabancısı sayılırdım. Adından öte çok az şeye vakıftım. Onu tanımıyordum. Onu ne güldürür, niçin boynunda bir öfke damarı kabarır; hangi mevsimde huzurlu hisseder bilmiyordum. Babamın onu manevi oğlu olarak gördüğü, benimsediği ve sevdiği gibi genelgeçer bilgiler haricinde elle tutulur pek bir şeyden haberdar değildim.
Yine de bazı anlarda adına vakıf olmak ayrıcalıklı hissettirirdi. Çünkü o bulunduğu her ortamda etrafına yaydığı enerjiyle ben buradayım diyen erkeklerdendi. Onu tanıma isteğime çok kereler engel olamamış, adım atma yürekliliğini de gösterememiştim.

ESTÁS LEYENDO
Kırlangıç Dönümü
Novela JuvenilBabası Menderes Kuzgun'un başbakanlık adaylığını açıklaması şerefine Kızıl Köşk'te verilen davette vurulan Sezen Kuzgun, saatler önce emniyet amiri Yusuf Mert Karakum'la evlenmişti. Henüz annesinin kaçırıldığından da bihaberdi.