"Gözlerim gözlerinden ayrılmazken, gitgide ona yaklaşıyordum, o da ne geriye gidiyor, ne de aramızdaki mesafeyi kapatıyordu. Gözlerimi gözlerinden ayıran şey dolgun dudaklarıydı birkaç santim daha yaklaştıktan sonra burnumu dolduran bu koku ruhumu titretmişti. O, o ölüm kokuyordu. Gözleri mat yerine parlak mermerden yapılmış birer mezar taşı gibi parlıyor, mezarın üstündeki çiçeklerin kokusu içime doluyor, zerrelerimi keşfediyordu. Esmer teni cesetleri çürüten toprağı anımsatırken aklımda olan tek şey oydu. O ölüm kadındı, öpersem geri gidemeyeceğim akıntısına kapılıp sürükleneceğimdi. Peki ya ben bu akıntıda yitip gitmeye razı mıydım? Bilmiyorum..."