Ahmet Kaya - Şafak Türküsü
"Ala şafağında ülkemin yıldız uçurmak varken Oturup yıldızlar içinde kendi buruk kanımı içtim."
BÖLÜM 24: KÜSKÜNLÜĞE ELVEDA
Gün boyunca kimseden ses seda çıkmadı. Hepimiz kendi köşemize çekilmiştik ve sessizce yasımızı tutuyorduk. Herkes bitap düşmüştü bu haberle. Düşünmek, konuşmak çok zor geliyordu.
Aklımda Ayhan'ım canlanıyordu. Sigarayı gevşekçe dudaklarında tutarken kitaplarına gömülmüş bir şekilde hiç gelmeyecek bir gelecek için çalışmasını düşünüyordum. Anlamadığı yerlerde kalemle kafasını kaşıyışı, sigarasından bir nefes çekip kısık sesle nefret ede ede çalıştığı konulara küfür edişini...
Üniversiteye geri dönecek ve mezun olduktan sonra siyasete atılacaktı. Başbakan belki de cumhurbaşkanı olacağını söylüyordu alay edercesine ama gerçekten hayalinin o olduğunu hepimiz biliyorduk.
Onlarla birlikte Almanya'ya gitmediği için ailesi ona sırtını dönmüştü. O kadar seviyordu ülkesini. Türkiye sınırları içinde yaşayan her insanın mutlu bir hayata sahip olmasını o kadar çok istiyordu ki kendi ailesinden vazgeçmişti.
"Eninde sonunda onlar da benimle gurur duyacaklar," demişti. "Küsmem, dargınlık yapmam; koşarak giderim ellerini öpmeye. Güzel bir hayat yaşamak için başka ülkelere gitmelerine gerek olmadığını benim, bizim sayemizde anlayacaklar."
Olmamıştı, planladığı her şey yarım kalmıştı. İnsanı en çok üzen bu değil miydi zaten? Yarım kalanlar... Ölenin ardından üzülmek de bu yüzdendi.
Çünkü geride kalanlar hep yarım kalıyordu.
Akşama doğru kapı tıklatılınca kalkıp kapıyı açan Feridun olmuştu. Fikret ve İlyas üzgün olduklarını belli eden ifadeleriyle ayakkabılarını çıkarıp içeriye adımlamıştı.
Belli ki onlar da Ayhan'ın ölüm haberini almıştı. Ellerindeki çantaları askılığın hemen altına bırakıp boş yerlere oturdular.
Onların sağ salim dönmesinin mutluluğunu bile hissedemedim içimde. Yine de biraz olsun rahatlamıştım. Bir tanıdığımın daha ölümünü kaldıracak kadar güçlü değildim.
"Konuştuk," dedi İlyas, ellerini birleştirerek. Gözleri dalgın bir şekilde duvarda geziniyordu. Sesi yorgunluğu ve tükenmişliği ağırlıyordu üzerinde. "Doğru habermiş."
Fikret, "Memleketine gömülmek istiyordu," derken gözlerini tavana kaldırdı. Akmaya niyetlenen gözyaşlarını tutmaya çalışıyordu. Dudakları titreyince sessizliğe gömüldü. Dağ gibi adam dudaklarının arasından çıkacak bir kelimeyle bile yıkılacak gibi duruyordu.
Ayhan'la en iyi anlaşan kişi kendisiydi. Birbirleriyle en çok uğraşıp duran ikiliydi. Durup dururken bir anda güreşe tutuşurlardı ve her seferinde Ayhan'ı yere seren Fikret olurdu ama o da mutlaka bir şekilde kolunu bacağını ısırır ve altta kalmazdı.
Çökmüş gözleri ne kadar gözyaşı döktüğünü belli ediyordu. "Cenazesiyle ben ilgileneceğim. Üç gün sonraya bilet aldım. Lale de benimle gelir." Son sözünü Kenan'a bakarak söyledi. Güçlü durmaya çalışıyordu. "Sizinkilere bırakırım."
Belli ki önceden konuşulmuştu ve Lale'yi İstanbul'a götürmeye karar vermişlerdi.
Bu durumda bile dostunun meselesine ortaklık ediyor olması... Boğazım düğüm düğüm oldu. Öztürk'e biraz daha sığındım. Kalbim ağrıyordu.
Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra elini pantolonunun cebine atıp dikdörtgen şeklinde kalın bir kâğıt tomarı çıkardı. Bir tanesini kendine aldıktan sonra diğerlerini İlyas'a uzattı. Aynı şekilde İlyas Feridun'a verdi. En sonunda kalan iki fotoğraf Öztürk'e uzatıldığında o da bir tanesini kendine alıp sonuncusunu bana verdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamanın Eli Değdi Bize ✘ gay
Romance❝bir solcu tanıdım solumdan başka bir yere sığdıramadım.❞ #geçmişeyolculuk# [yirmi bir ekim, iki bin yirmi] ©vQuatris