37. BÖLÜM

1.6K 179 198
                                    

Nerede olduğumu bilmiyorum... Hangi zaman diliminde..? Rüyada mı, gerçekte mi..? Yoksa koskoca bir hiçlikte mi..? Kendimi hissedemiyorum. Sanki benim yerimde, bir toz bulutu var şimdi. Benliğimin yerinde bir duman. Bedenim ise kuş tüyü misali. Ama neyin hafifliği bu anlayamıyorum. Bir yükü omuzlarımdan indirmiş olmanın mı, yoksa yeni bir yükü sırtlayamadan kaçmış olmanın mı? Bilmiyorum.

Öfkelenmek istiyorum. Yada üzülmek. Haykırmak, bağırmak, ağlamak. Ama olmuyor. Hiç birini yapamıyorum. Sanki bir kabusun içinde gibiyim. Uyanık olan tek organım beynim ama o da işlevselliğini yitirmiş. Komutları gerçekleştiremiyor, beni kontrol edemiyor. En basit eylemler bile artık çok zor hale gelmiş. 

Umarsızca koştuğum bu ormana ne zaman vardığımı ve ne zaman durup, gövdesine yaslandığım bu dev ağacın dibinde dizlerimin üstüne çöktüğümü hatırlamıyorum. Ancak kendi nefesimi hissedebiliyorum. Hızlı, kesik kesik ve gürültülü nefes alışverişimi... Sonra, orada öylece ne kadar zaman geçmiş olduğuna dair bir fikrim yokken, zemini titreten postal sesleri duymaya başlıyorum. Birde, ormanın içinde yankılanan adımı... Birisi bana sesleniyor. Beni bulmak için ormanda koşuyor. "Alexandra!" Onu tanıyıp kim olduğunu anladığımda, derin bir nefes alıyorum. Rahatlıyorum. 

Ben tam, buradayım diye seslenip yerimi belli etmek üzereyken, o kendini bir anda dizlerinin üzerine, benim yanıma atıyor. Ellerini hızla, önce yüzümde, daha sonra kollarımda gezdirerek, bir şeyim olup olmadığını kontrol ediyor. Ardından kısa bir süre, benim donuk gözlerime endişeyle bakıp, kendini geriye doğru bırakıyor ve tıpkı benim gibi o da, toprak zemine tamamen oturuyor. Bir süredir tuttuğuna emin olduğum nefesini salıverip, gözlerini kapatıyor ve sertçe yutkunuyor. Bense, bu süreç boyunca hiç bir tepki vermeden sessizce onu izliyorum. 

Nihayet, sesindeki azaltmaya çalıştığı endişenin fark edilir dozuyla konuşabiliyor. "Beni çok korkuttun Alexandra. Peşinden koştum ama ormana girdiğimizde gözden kayboldun. Seni kaybettim... İlerideki uçuruma gittiğini sandım." Kısa bir an düşünüyorum. "İleride bir uçurum mu var?" Acwell, dalgın bir biçimde sorduğum bu soruya karşılık, başını yavaşça kaldırıp, yere sabitlediği acıyan bakışlarını bana çeviriyor. Ardından uzanıp, beni hızla kendine çekiyor. "Birtanem..." Neredeyse fısıltı ile söylüyor bunu ve devamını getiremiyor. Benim bedenimi, kendi göğsüne sığdırabilecekmişcesine sıkıca sarmalıyor. Bende ona sarılmak istiyorum fakat kolumu kaldıracak o gücü kendimde bulamıyorum.

"Gördün mü Ac? Brice'ın bana ne yaptığını gördün mü? Onca insanın içinde... Herkes ama herkes oradaydı. O insanların bana olan bakışlarını gördün mü? Ne olacak şimdi? Ne yapacağım ben?" Neredeyse ağlamaklı bir tondan konuşuyor benimle. "Hiç birinin önemi yok. Senin yapman gereken bir şeyde yok. İsteyen istediğini söylesin. Nasıl bakarlarsa baksınlar. Ne derlerse desinler. Bundan sonra her ne olursa olsun, sen daima Alexandra olarak kalacaksın. Teğmen Alexandra..." Acı bir şekilde gülümsüyorum. "Öyle mi dersin?" "Kuşkusuz." 

"Kral'a ne oldu?" Onun dizlerinden destek alarak geriye doğru çekiliyorum ve doğrudan gözlerinin içine bakıyorum. "Hiç... Hiç bir şey olmadı." "Ama o düştü, gördüm. Kalbini tutarak yere yığıldığını gördüm." Acwell gözlerini benden kaçırınca, yüreğimden bir şey kopar gibi oluyor. "Öldü mü?! Öldü mü yoksa Acwell?! Bir şey söyle!" Telaş ve korkuyla yükselen sesime karşılık, ben henüz susmamışken, o derhal iki elini havaya kaldırarak başını olumsuz anlamda sağa sola sallıyor. "Hayır. Hayır yok öyle bir şey. Nereden çıkarttın? Sakin ol lütfen." "O zaman ne oldu? Neden söylemiyorsun?!" Derin bir nefes veriyor ve bakışlarını tekrar yere indiriyor. "Kalp krizi geçirdi sanırım... Hemen sarayın doktorlarını çağırdılar. Senin peşinden geldiğim için bende tam olarak ne olduğunu anlayamadım, belkide yanlış yorumlamışımdır. Ama merak etme, ağabeyin orada. Hiç bir şey olmayacak. Tamam mı?" Hafif aralanmış ağzımdan yalnızca bir kaç kelime dökülebiliyor. "Ya benim yüzümden ölürse..."

KAYIP PRENSESWhere stories live. Discover now