Bölüm 4: Buluşma

1.1K 75 14
                                    

Bölüm Şarkısı: Metallica- Nothing Else Matters

Hızlıca odama geçtim ve gardrobu açıp birer birer çekip çıkarttığım kazakları, etekleri ve pantolonları yatağımın üstüne fırlattım. Giyim konusunda fazla kararsızdım ve aptal bir uyum takıntım vardı. Sanki üç farklı renk aynı anda giyilemez gibi gelirdi bana daima.
Yataktaki yığına hızlı bir bakış attım ve sevdiğim siyah bir eteği bulup elime aldım. Dar, kışlık, mini bir etekti bulduğum.

Alışveriş yapmayı severdim. Giyim konusunda abartıya kaçmadığım genelgeçer bir yargıydı fakat satın alma alışkanlığım olduğunu itiraf ediyorum.
Yine de alırken kendimi kaybettiğim kitapların yanında kıyafetlerin lafını bile etmek istemezdim. Ben, can sıkıntısını yeni bir kitap alarak geçiren biriydim. Kitapçılara harcadığım servete hiç acımazdım. Bu dünyada ilgi görmesi gereken bir nesne varsa o, muhakkak ki kitap olmalıydı.

Siyah eteği tekrar yığına fırlattım ve hangisi hangisiyle uyumlu olur konulu baş ağrımdan kurtulana dek onlarca kıyafeti giyip çıkarmıştım bile. En sonunda kırmızı bir kazak ve siyah bir etekte karar kılıp tamamlayıcıları da yarına bıraktım. Dağıttıklarımı toplamam da en az seçim yapmam kadar uzun sürmüştü.

Telefonumun bilindik mesaj sesi geniş odada yankılandığında çoktan kendimi sandalyeme atmıştım. Masadaki telefonu aldım ve gelen mesajın ait olduğu numarayı görünce hızlanan kalp atışlarıma engel olamadım.

"Yazdığın hikayenin birkaç sayfasını yarın yanında getirebilir misin? Fransızca olarak tabi."

Mesaja dalgın dalgın baktım çünkü ben de mesajların sonuna gülücük konulmayınca kendini rahatsız hissedenlerdendim. Herkes gülmeliydi aksi takdirde sinirli bir imaj yaratılıyordu karşı tarafın zihninde. Yorumumu sonraya saklamaya karar verip konu üstünde düşünmeye başladım. Ne yani Türkçe olan bir yazıyı Fransızcaya mı çevirecektim? Fazla acımasız  bir istek değil miydi bu?

Kabul etmek gerekirse gerçekten de iyi düzeyde Fransızcam vardı. Bu dilde yazılan eserleri zorlanmadan okuyabiliyordum. Yine de üniversitede anlatılanları daima kendi dilimde not ederdim. Ana dil farklı bir alandı. Siz isteseniz de istemeseniz de onunla doğar ve onunla ölürdünüz. Var olan her şeyi onunla anlatır ve yine onunla anlardınız. Tüm bunları hiçe sayıp başka bir dilde yazmaya başlamak benim için tarif edemeyeceğim ölçüde anlamsız gelmişti. Ve de tabiki fazla yetersiz.

"Üzgünüm ama bunu yapabileceğimi sanmıyorum."

Kısa bir açıklama cümlesi yapmıştım. Karşınızdaki değer verdiğiniz biri dahi olsa ruhunuzdakileri anlatmak her halükarda imkansız oluyordu.  Aklınızdan geçenleri yazıya aktardığınızda gözünüze bambaşka ve anlam ifade etmeyen bir bütün gibi görünürdü, sanki onlar ve zihninizdekiler alakasızdı. Tıpkı öyle işte, aklımdakileri anlatmak için çabalamayı bırakalı yıllar olmuştu.

Telefonu elime aldım ve mutfağın yolunu tuttum. Su ısıtıcısını açtım ve kendime bir elma çayı yapmaya karar verdim, yanına da birkaç börek çıkarıp masanın üzerine koymuştum çoktan. Bir yandan da deli gibi neden cevabının bu denli geç kaldığını düşünüyordum. Bu konuda düşünmekten nefret ediyordum ama mesajlara geç cevap verme alışkanlığım yoktu benim. Tamam dürüst olmak gerekirse ben sadece gerçekten önemsemediğim kişilere geç cevap verirdim. İş böyle olunca da birisinden geç cevap aldığımda umursanmadığımı düşünüyordum doğal olarak.

Hayatı her zaman fazla ciddiye alırdım. Çevremdekilerin tepkisi ise hep aynıydı.

"Hadi ama bu kadar ciddi olmana gerek yok."

PİYANİSTМесто, где живут истории. Откройте их для себя