1

968 32 35
                                    

¤Yerini vaktinde terk etmeyi bilmek gerçek olgunluktur, sadece acizler kalmakta ısrar eder.¤ -Victor Hugo

[Bölüm 1: Sıyrıklar ve Sırlar]

Oops! This image does not follow our content guidelines. To continue publishing, please remove it or upload a different image.

[Bölüm 1: Sıyrıklar ve Sırlar]

Soğuğa karışmış toprak ve çikolata kokusu, rüzgarın bindiği salıncağın sesi, kedilerin çöp başında ettikler kavga ve botlarımın çamura değdikçe etrafa saçtığı gürültü... Sonbahar geldi de geçiyor bile.

Ekim'in pek de sevimli olmayan telaşı içimi yakıyor, buz gibi havası burnumun ucunu donduruyordu. Sisli havaya boğuk nefesimi bıraktım, çikolata paketini iyice açmaya çalışıyordum bir yandan.

Serçe parmağımdan halliceydi, yine de tadını hiçbir şeye değişemezdim Chocco'nun. Maalesef burada üretilmiyordu. Yurt dışında yaşayan teyzem Yeseul, bana her ay bir kutu yollardı. Basit bir çikolataya bu kadar bağlı olmam garip gelebilir ama ne diyebilirim? Alışkanlıklar...

Son parçayı da ağzıma atıp çöp kutusuna yaklaştım. Ambalajı bırakmak için elimi uzattığım sırada çelimsiz siyah bir kedi gözlerimin içine bakarak miyavladı. "Onu saklamalısın."

Korkuyla elimi kendime çektim. Hızlıca etrafı kolaçan ettim ve çöpe sürtünen kediye yaklaştım. "Kimseye söyleme." diye fısıldadım yavarırcasına. En başından beri saklamak istiyordum bu paketi zaten, benim için bir zevkti. Çünkü ben kırılmış dişleri, teki kaybolmuş ayakkabıları, asla gidilmemiş müzikalin biletleri gibi şeyleri saklamayı seven bir kızdım. Ancak diğerleri, ailem ve arkadaşlarım, anılarımı bilmese de olurdu.

Kafasını eğip bana baktı kedi. Koca sarı gözlerini kendini beğenmiş bir edayla üzerime dikmiş, usul usul mırlıyordu. Ancak bir an sonra, hiçbir şey olmamış gibi kirli kabarık tüylerini yalamaya koyuldu.

Kedinin bu hallerine göz devirip saati kontrol ettim endişeyle. Sekizi altı geçiyordu. Daha fazla oyalanmasam iyi olurdu. Geç kalmak bana göre değildi.

Çöktüğüm yerden doğrulup Chocco'nun paketini cebime tıkıştırdım. Kediye hafifçe el salladım ve yürümeye devam ettim. Her adımımda uzuvlarım daha da uyuşuyordu. Aptalın teki gibi yalnızca kot ceketle çıkmıştım bir de. Tüm pişmanlığımı kenara atıp kapüşonu kafama geçirmekte buldum çareyi. "Aferin (!) sana Chaerin."

Görüş alanıma giren tren raylarıyla duraksadım. Şehir dışındaki işlerine gitmek için otobüs bekleyen birkaç yetişkin dışında sokak bomboştu. Yolun karşısındaki, pek de dik olmayan bayırdan aşağı inmem üç dakikamı almıştı. Biraz çamur ve biraz da ter içinde kaldığım üç dakikanın sonunda, yer yer ıslanmış beyaz taşa ulaşabilmiştim. Ceketimin kollarıyla hızlı hızlı silip oturdum. Saat sekizi on geçiyordu. Geç kalmamıştım.

Önümde uzayan dizlerime sarılıp beklemeye başladım. Bugün gerçekten soğuktu. Donup ölme ihtimalime karşı sıcacık ellerimi bacaklarıma sürttüm. Her şeye inat, kor alev gibiydi ellerim.

Saatlerdir öylece bekliyormuş gibi hissediyordum, zaman yavaşlamıştı sanki. Saate bakmak için kolumu sıyırdığımda soğuk tamamiyle içime işlemişti artık.

Titreyerek ters dönmüş saatime bakmaya çalıştım. Yelkovanın tam burada, der gibi gösterdiği on dördü görmemle tren raylarına kafasını koymuş bedeni görmem bir olmuştu.

Raylara kafasını koymuş bir beden mi?

Ve yalnızca saniyeler sonra, kendimden beklemediğim bir çeviklikle, ayağa fırlamış raylara koşturuyordum. "Hey! Kalk oradan! Tren gelmek üzere!" diye bağırdım ancak yatan kimse kıpırdamıyordu. Gittikçe artan tren sesine benim çığlıklarım da karışmış, ağaçlardaki kuşlar fıldır fıldır kaçmaya başlamıştı.

Raylara ulaştığımda bir hışımla yere çöktüm ve sırtı bana dönük bedeni sarsmaya başladım. "Tanrım! Delirdin mi sen? Kalksana!" dedim onu bir kez daha sarsarken.

Ölü müydü? Uyuyor muydu? Hangisi bilemiyorum ama deli olduğu kesindi.

Trenin güçlü düdüğü öttüğünde cehennemin sınırına vardığımı hissetmiştim. Nefesimi tuttum ve ruhu kaçmış gibi yatan bedeni bütün gücümle kendime çektim. Saniyeler içerisinde olmuştu sanki her şey.

Nefes al, nefes ver. Hala yaşıyorsun.

Sol tarafımda hissettiğim rüzgar ve gürültü kesildiğinde sıkıca yumduğum gözlerimi açacak gücü nihayet bulabilmiştim kendimde. Yüzüstü yerdeydim, ağzım yüzüm toprak içindeydi. Ellerim çok fena titriyordu, doğrulmaya çalışırken hala kendimi kastığımı fark ettim.

Kafamı gökyüzüne çevirip derin derin soludum. Bir elim delicesine çırpınan kalbimin üzerindeydi. Korkuyordum, ölümden çok korkuyordum ben.

Soluk gri gökten birkaç damla düştü yüzüme. Gözyaşlarımın da aktığını o an fark ettim, tıpkı az önce birinin hayatını kurtardığımı fark ettiğim gibi.

Ona engel oldum, hayatını kurtardığımı nereden biliyorum? Ya daha da mahvettiysem?

Bulanık düşüncelerimi boğuk öksürük sesleri kesti. Bir çırpıda arkamı döndüm o kişiyi görebilmek için. Keşke...

"Jungkook?"

Keşke geçen yıllara rağmen devam edecek gücü kendimde bulabilseydim. Keşke bugün hiç buraya gelmeseydim.

Toz toprak olmuş ellerim istemsizce dudaklarımı örttüğünde, gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum. O benim sınıf arkadaşımdı, kuzenimin en yakın arkadaşlarından biriydi ve şimdi neredeyse ölü olacaktı.

Emekleyerek bir çırpıda aramızdaki boşluğu kapattım. Soluk suratına dokunmak için uzanan elim, görüş alanıma giren beyaz kutuyla havada asılı kalmıştı. Bir uyku ilacıydı bu, benim kullandıklarımdan biri.

Kutuyu açtığımda karşılaştığım şey koca bir boşluktu. Tüm hapları yutmuş muydu? Bunu yapmış olmasan iyi edersin, oğlum.

İçime dolan korku, öfke ve hayal kırıklığını bir kenara itip boynuna değdirdim parmaklarımı. Tanrı'ya şükür, ölü değildi.

Bir kutu uyku ilacı birini öldürmeye yeter mi bilmiyorum ama bu durumda, bunu değerlendirmeyi düşünecek halde değildim.

Kutuyu yağmurdan yumuşamaya başlamış toprağa bıraktım pervasızca. Titremekte ısrar eden ellerimi dizlerime dayadım ve karşımda sere serpe yatan bedeni izlemeye koyuldum.

Aklından ne geçiyordu Jungkook? Hayatını bu kadar değersiz kılan şey de ne?

Gözlerim yeniden gökle buluştu. Bu, benim yardım çağrımdı galiba. Yardım edin, ne yapacağımı bilmiyorum, diye çığlık atmak istiyordum ancak çareyi göklere bakıp uzun uzun iç çekmekte arıyordum.

Kafamı eğdiğimde gözüme ilk çarpan şey alnındaki yara oldu. Sıyrıkların arasından yeni yeni kan sızmaya başlamıştı. Muhtemelen benim hatamdı.

Yanaklarımdan akan sıcak ve tuzlu suyu kollarıma silip zorla doğruldum yerimden. Kafam çok fena acıyordu, doğru dürüst düşünemiyordum. Onu burada bıraksam mı bırakmasam mı bilmiyordum. Onun bu küçük sırrını bildiğimi bilmeli mi, onu da bilmiyordum.

Şu an vereceğim karar, her şeyi etkileyebilirdi ama ben korkak ve aciz bir varlıktım.

Bu yüzden kaçmayı seçtim.

it's time to go | JJKWhere stories live. Discover now