34

89 11 12
                                    

¤Gerçekten yaşamadan önce birkaç kez ölmek gerekir.¤ -Bukowski

[Bölüm 34: Sesler]

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

[Bölüm 34: Sesler]

"Patates çuvalına benziyorsun."

Aynadaki yüzüme bakmayı kesip Hyobin'e döndüm. "Sana da günaydın." diye mırıldandım huysuzca. Bütün gece içip ağlamıştık. Çoğunlukla ben ağlamıştım tabii. Hyobin, benden çok daha sağlıklı gözüküyordu her nasılsa.

Dünün verdiği melankoliyle homurdandım. Musluğun sesi arkadaşımın söylenmelerini bastırmaya başlayınca suyu kapattım. Yüzümden damlayan suları silerken "Bak, daha valizimi bile açmadım. Yapacak tonla işim var!" diye seslendim ona. Lavabonun kapısından kafasını uzattı bir anda. "Acele et öyleyse. Bugün yapacak çok işimiz var." dedi. Kıpır kıpırdı bedeni.

Ayaklarımı sürüye sürüye kaldığım odaya geldim. Valizimi açtığımda siyah defter karşıladı beni. Hassas bir ruha dokunurmuş gibi okşadım kapağını. Göğsüme bastırdım, sarıldım deftere. İsviçre'deki zor gecelerimde hep bu defter vardı yanımda. Durmadan onun yazdıklarını okuyor, sakinleştiriyordum kendimi. Dostum olmuştu fakat artık sahibine geri dönmeyi hak ediyordu. Her ne kadar Jungkook zamanından bana vermiş bile olsa bu defteri, eminim geri almak onu çoktan üzdüğümden daha fazla üzemez.

Defteri, dün gece bana verdiği ceketin yanına bıraktım. Giyinecek uygun bir şeyler baktım valizimden. İçindekileri Hyobin'in kullanmamı söylediği dolaba hiç yerleştiresim yoktu. Uzun kalmayacağımı ve kalmamam gerektiğini biliyordum. Alışmanın manası neydi ki?

Deftere ve cekete sıkı sıkı tutunup kapıya ilerledim. "Gelmiyor musun, Bin? Hadi!" diye seslendim ayakkabılarımı giymeye çalışırken. Gülüyordum istemsizce. Lisedeyken ara sıra Hyobin'le aynı evde kaldığımızı hayal eder eğlenirdik. Kısa bir süreliğine de olsa onunla ev arkadaşlığını tatmış olmak beni neşelendiriyordu.

Hyobin'in Toyota Prius'unda oturuyordum. Arkaya hoş bir şarkı açmıştı. Keyifle eşlik ediyordum sözlere. "Sen bugün bayağı neşelisin." dedi bir şeye değinmek ister gibi. Ona çevirdim başımı, omuz silktim.

"Bugün izinli. Biliyorsun, değil mi?" dedi hafifçe sırıtırken. Aralık camdan esen rüzgar saçlarını dağıtıyordu.

Artık uzamış saçlarım da dağılıyordu tabii. Parlatıcıma yapışan saçları geri tükürdüm, elimle çekmeye çalıştım. "Nereden bileceğim? Neden söylemiyorsun?" diye çıkıştım ona. Dizlerimin üzerindeki cekete baktım. "Ya ben nasıl geri vereceğim şimdi eşyalarını?"

"Neden evine gitmiyorsun? Ben akşama doğru Jimin'e geçeceğim. Al arabamı." dedi anlık bana dönüp.

Evine gitmek? Hem de benden nefret ediyorken? "Bilemiyorum, Bin." İç çektim. "Doğru olacakmış gibi gelmedi hiç."

"Doğru, yanlış... Bunlar beşeri kelimeler." dedi beklemediğim bir anda. Kahkahayı patlatıp ona döndüm. "Ne diyorsun ya?" diye bir tepki kaçtı dudaklarımdan.

it's time to go | JJKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin