'''3

260 40 36
                                    

O konuşmadan sonra Jun'un artık onu takip etmeyeceği endişesi düştü içine. Tekrar okula gittiğinde ise her zamanki gibi onu bahçe girişinde bekliyordu. Gördüğünde adını haykırarak kolu havada hunharca sallıyordu.

Yüzü gülüyordu.

Dün ilk defa yüzünü öyle asık gördüğü için içini kaplayan siyah leke tekrar gülümsediğini görünce yavaş yavaş kaybolmuştu. Bazı şeylerin artık farkına varması gerekiyordu. En çok da hissetmesi gereken şeyleri yavaş yavaş hissetmeye başlarken değerini bilmeliydi.

Okul bahçesinden sınıfa gidene kadar Jun sanki tek başına sohbet ediyordu. Artık onun cevaplamayacağını bildiği için sormuyordu. Bu durum normalde hoşuna giderdi. 'Bana dokunmayan bin yaşasın' kafasındaydı hep ancak bu sefer canı sıkılmıştı.

Ona soru sorsun istiyordu. Hala insanlardan soyutlanmak istiyordu ama Jun bunların içine dahil olsun istemiyordu. Dikkatini çekmek için durdu yerinde.

"Akşama işin var mı?"

Bu soruyu sorduğuna kendisi de inanmıyordu. Kendisi gibi Jun da şaşırmıştı. Birkaç saniye anlam verememiş ve şaşkın şaşkın bakmıştı. Biraz daha sonra ancak cevap verebildi.

"Hayır."

Şaşınlığını atıp tekrardan yüzünde gülümseme vardı. Onunla alay etmek istedi.

"Yoksa benimle vakit geçirmek mi istiyorsun?"

Evet, tam olarak bunu istiyordu. Jun'u artık kaçmak istediği insanların içinde olsun istemiyordu. Ona özel bir yer ayırmaya hazır olmasa da bunu yapmakta razıydı.

"Evet, seni bir yere götüreceğim."

Jun az öncekinden daha şaşkın bir şekilde baktı ona. Yaklaştı ve elini alnına koydu. Minghao eğer normal biri gibi olsaydım onun bu haline gülmesi gerektiğini düşündü ancak o da biliyordu ki normal değildi.

"Hasta mısın? Kafana saksı mı düştü?"

Ona cevap vermeden girdi sınıfa zira fikrinden dönmesine çok az vardı. Yaptığı şeyden pişman olmadan zamanı gelsin istiyordu. Jun tüm gün boyunca yanına gelmedi. Samuel dün ki halinden dolayı onu rahatsız etmedi.

Ne zaman tuhaf davrandığını düşünse birkaç gün onu rahat bırakırdı. Bu yüzden katlandığı tek insan Samuel idi. Son dersin bitiş zili de çaldıktan birkaç saniye sonra Jun sınıfın kapısındaydı.

Çantasını sırtına attı ve onu heyecanla bekleyen çocuğun yanında yürümesine devam etti. Jun yanında heyecanla sıçrıyordu.

"Eee, beni nereye götüreceksin?"

Bu soruya cevap vermezse bütün yol boyunca tekrar edeceğini biliyordu. Onu bu kadar tanımıştı.

"Sürpriz."

Ancak böyle susacağını biliyordu. Onun heyecanını ancak böyle yenebilirdi. Uzun zamandır kendine sığınak yaptığı eski deniz fenerine gittiler. Denize karşı yüksek bir yamacın üzerinde uzun eski bina etrafın sakin olmasından dolayı unutulmuş bir yerdi.

Minghao için çok kıymetliydi. Getirdiği ilk an içini tuhaf bir korku sardı. Bu korku sığınağını belli ettiği için değil beğenmeyeceği düşüncesiydi. Birlikte eski tahta kapıdan içeri girdiler.

Deniz fenerinin içi loş ve denizden gelen rüzgarın sesiyle ince bir tınıyla kaplıydı. Sanki içeride çok kısık sesle bir şarkı açılmıştı.
Bir süre ona bakındı. En çok da yüz şekline. Kocaman gülmseyerek beğendiğini söylemesi içini rahatlacaktı ancak Jun anlaşılmaz bir ifadeyle bakınıyordu etrafa.

Döngü | Junhaoحيث تعيش القصص. اكتشف الآن