Bölüm 5- Kaybetmenin Ağırlığı-

14.4K 659 20
                                    

Sevgili ablacığım... En alttaki açıklamayı okumayacağını bildiğim için başa yazıyorum. Seni çok seviyorum bir adetim...

-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Eksik hissediyordum. Bütünen. Geçmişten gelen, geleceğimi yitiren cinsten. En aza indirgediğim duygularımın arasından belirgince hissettiğim, varlığı ruhum olmuş bir eksiklikti bu. Her zaman benimle olan, bana benden daha yakın olan bir eksiklik hissinden bahsediyorum.

Varlığın ve yokluğun arafındaki bedenimin çöküşü, sonunda bir enkaza dönmüştü. Bu enkazın yapıcılarını ne kadar unutmayacağım gibi, parçalarımı toplayıp, birleştirmeye çalışanları da unutmayacaktım. Babam, ablam, Mimoza, Çağan ve... Okyanus.

Oturduğum masadan, Okyanus'un arından uzun bir süre baktım. Bulunduğum ortamı çoktan terk etmiş olan adam, beynimi bir türlü terk etmiyordu. Umurumda değil diyemezdim. Çünkü bu sefer gerçekten umurumdaydı. Bir haftalık bir süre içerisinde olsa bile, en zor zamanlarımda bir türlü çıkagelen, beni içinde bulunduğum yalnızlıktan bir türlü çıkartan bu adamı, ben yalnız bırakamazdım. Beni gerçeklerle yüzleştiren, acıma tuz basan, ancak bunu yaramı iyileştirmek amacıyla yapan bu adamı, bedenine ve kalbine kazımış olduğu yaralarıyla baş başa bırakamazdım. Acıma içgüdüsü değildi bu. Sadece empati kuruyordum. Üzüldüğüm gerçekti. Ancak şuankinden ziyade küçük Okyanus'a üzülüyordum. Ve öfkeliydim. Ona bunları yaşatan, bu kişiliği oturmamış insanlara karşı fazlasıyla öfkeliydim. Düşmüş bir çocuğun yaralarını sarmak yerine, ona taş atan, acizliğine acizlik katan, onu kuytu köşelerde ağlamak zorunda bırakan bu insanlara karşı olan öfkem, en az o adama karşı olan öfkem kadar fazlaydı. Annemin, hayatımın, hayallerimin, umutlarımın katili olan adama. O iğrenç adama karşı olan kinim, o insanlara karşı beslediğim öfkeye çok yakındı.

Ancak benim öfkem daha toyken, onun öfkesi yıllanmıştı. Yirmi üç senelik bir öfkeydi bu. Siyahlığı ne kadarda mattı. Benimki ise hala parlıyordu. Ne beyazdı, ne siyah. Ruh halim gibi, oda griydi. Hislerime göre renk değiştiriyordu. Korkularım ve öfkelerim ne kadar beyazsa, umutlarım da bir o kadar siyahtı.

Ona nasıl yardımcı olacağım hakkında ise hiçbir fikrim yoktu. Daha kendi yarama bile merhem olamıyorken, onunkine nasıl olacaktım? Ya o nasıl yapıyordu? Canımı acıtırken, aynı zamanda nasıl iyi edebiliyordu? Bilmiyordum. Ancak öğrenmek istiyordum.

Telefonumu aldım ve rehberde onun adının üzerine gelince duraksadım. Aramalı mıydım? Ya daha da öfkelenirse ne olacaktı? Ya ben aramazsam ve nasıl olduğunu öğrenmezsem, onu yalnızlığıyla baş başa bırakırsam, daha sonra daha kötü şeyler olursa ne olurdu? Bunu kaldıramazdım. Yine bencillik yapıyor, kendi hissedeceklerimi düşünüyordum. Daha fazla düşünmeden ara tuşuna bastım. Bağlanmaya çalışıyordu. Kısa bir süre sonunda işittiğim ses, duymayı düşündüğüm sesle aynı değildi. Telefonu ya kapalıydı, ya da çekmeyen bir yerlerdeydi. Ve ben merak ediyordum. Ancak yapabilecek bir şeyim yoktu.

Masadakileri çantamın içine doldurdum ve çıkışa yöneldim. Eve gidecektim. Kaldırımda yürürken telefonumu çantadan tekrar çıkarttım ve babamı aradım. Onun sesini duymak bütün hücrelerimi rahatlatıyordu.

"Kızım!" dedi en içten sesiyle. "Nasılsın?" Sesini duymamla birlikte omuzlarıma yeni hüzünlerde yüklenmişti. Onu özlemiştim. "İyiyim babacığım, sen nasılsın? Ablam nasıl?" diye sordum. Elinden geldiğince neşeli konuşmaya çalışıyordu. İkimizde birbirimizi kandırıyorduk. Ancak ikimizde bunu biliyor, bilmezlikten geliyorduk. "Ben de iyiyim, ablanda. Seni özlediğim için onunla daha da fazla uğraşıyorum artık." Dedi ve hafifçe kıkırdadı. Sonra arkadan ablamın sesini duydum. "Dolunay! Öldürecek bu adam beni güzelim." Oda gülüyordu. Onların neşesi hafifte olsa bana da bulaşmıştı.

YAKAMOZWhere stories live. Discover now