29|ölmek aslında yanımda olmamanmış, bilememişim meğerse.

84 16 53
                                    

Yueguangshi şehri, Yueliang Krallığı'nın kuzey bölgesinde bulunan oldukça büyük bir şehirdi, Xing'den sonraki en kalabalık nüfusa sahip olmasının yanı sıra ülkenin en büyük ticaret ve turizm merkeziydi. Gerek Lianren şelaleleri, gerek Heian ormanları, gerekse de her biri birbirinden güzel sokakları olsun, fazlasıyla rağbet gördüğü ortadaydı ve henüz o gün Prens Hendery ve Xiao Dejun şehre ayak basmıştı. İlk günlerini şehrin rengârenk taşlı yollarında ve büyük pazarlarında geçiren ikili konaklamak için büyük Yueguangshi Konağı'na gitmiş, sabahın erken saatlerinde ise Lianren şelalelerine doğru yol almaya karar vererek at arabalarında yerlerini almıştı. Her şey çok güzel gidiyordu, plan dışı en ufak bir pürüz çıkmamıştı ve Prens Hendery bu yüzden oldukça mutluydu. Doğruyu söylemek gerekirse her şeyin karmakarışık olduğu bu dönemlerde saraydan ayrılmak yapmak isteyeceği, hatta daha öncesinde olsa aklından bile geçirmeyeceği bir şeydi ancak bu kadar yorgunluktan sonra hem kendisinin hem de Dejun'un birkaç günlük de olsa bir araya ihtiyacı olduğunun farkındaydı.

"Cennet gibi."

Xiao Dejun yüzündeki heyecanlı ifade ile resmen aşık olmuş gibi yavaş yavaş yürüyerek geçtikleri yolları izliyordu, sanki gözleri parlıyordu. Lianren şelalelerine ulaşamamışlardı henüz fakat şimdiden ortam büyüleyiciydi. Uzun ve hâlâ yemyeşil ağaçlar, otlar ve sayısız renklerdeki çiçekler, sarmaşıklar arasından incecik bir yol geçiyordu, kuş sesleri ulaşıyordu kulaklarına, ormanın mis kokusu sanki ciğerlerini yakıyordu. İhtiyacı olan tek şey buymuş gibi hissetmekten alıkoyamadı kendini, uzun zamandır hasretini çektiği o rahatlatıcı nefes şimdi ciğerlerindeydi, ciğerlerine doluyor, yakıyordu fakat acıtmıyor, rahatlatıyordu.

"Öyle, Dejun, cennet gibi, bizim cennetimiz gibi."

Prens dudaklarına kurulan gülüşüyle bir yandan Dejun'un güzel yüzünü izlerken kısık sesiyle konuşmuştu. Elini uzattı sonra, Dejun'un parmaklarına kenetledi kendi parmaklarını. Yalnızlardı ve hiçbir şey için endişe etmelerine gerek yoktu, sanki dünyanın geri kalanından soyutlanmış gibiydiler, acılarından ve ağırlıklarından kurtulmuş gibi...

"Bizim cennetimiz..."

Onlar yürümeye devam ederken yolun ilerisi bir köprüye getirmişti onları, taş köprü bir derenin üzerinden akıyordu, neredeyse bitkiler tarafından görülmeyecek kadar sarılmıştı.

"Buranın hikayesini bilir misin Dejun? Lianren köprüleri aslında Kral ve büyücü kadının kavuşmasına engel olan büyücülerin ruhlarıymış derler, büyücü kadın ayağını yere vurup hepsini lanetlediğinde kralın gözyaşlarından oluşan derelere köprüler olmuşlar, böyle on köprü daha var ileride."

"Onlar aşka karşı gelmiş Hendery, kendi kuyularını kendileri kazmışlar başından."

"Sence gerçek midir, köprü oldukları yani? Ben hiç inanmazdım küçükken."

Dejun Prens'e döndü ve güldü, bu sanki biraz alaylı bir gülüştü.

"Senin aşkın için karşı duran herkesi birer köprüye donüştürebileceğimi fark ettiğimden beri öyle, Hendery. Hem köprüler birilerinin arasına sınır çizilmesin diye yapılmış, baksana, aşıklar kavuşsun diye. Belki kötü büyücüler de sonrasında pişman olmuşlardır."

"Eminim ki olmuşlardır, hatta belki şu an olmuşlardır, bizim aşkımıza tanıklık ettiklerinde."

Köprülerin üzerinden birbiri ardına geçerlerken ikisi de oldukça yavaş yürüyor, vakitlerini etrafı inceleyerek geçiriyorlardı. Mutlu oldukları gülüşlerinden ve huzurlu ifadelerinden belliydi. Akan suyun sesi iyice güçlendiğinde ikisi de anlamışlardı geldiklerini, artık birbirlerine söyleyebilirlerdi ne kadar sevdiklerini.

ElysianDonde viven las historias. Descúbrelo ahora